Konu aslında karmaşık bir konu.
Gelişmiş ülkelerin demografik durumuna ve ekonomi felsefelerine bakmak lazım önce. Gelişmiş ülkelerde, ölüm yaşı ortalaması sağlık alanındaki gelişmelerle yükselirken, kadın emeğinin iş gücüne katılım oranı ve eğitim düzeyi artıkça doğum oranları düşüyor. Kaba tabirle nüfusları yaşlanıyor. Doğum oranının düşmesi, çocuklara sağlanan eğitim ve sağlık desteğinin ve kalitesini artırıyor. Daha donanımlı, kol gücünden ziyade beyin gücüne dayalı çalışacak nesiller yetiştiriyorlar. Ayrıca bu şekilde kişi başına düşen GSMH da artıyor. Bu da sosyal refah düzeyini yükseltiyor.
Diğer yandan yaşlanan nüfus ile sağlıklı emekli sayısı artıyor. (Mevcut sosyal güvenlik kurumları, ortalama yaşın 70 olduğu ve 65 yaşında emeklilik öngören, sanayi-endüstrileşme dönemine ait. Oysa günümüzde bu ortala yaş 81 -83 civarında, Bunun anlamı, 5 yıl yerine 15 yıl boyunca emeklilik maaşı ve sağlık giderleri ödenmesi demek). Bir kaç 10 yıl önce, 1 emekliye 15 çalışan düşerken (emeklilerin masrafları, çalışanlardan kesilen primlerle sağlanıyor çünkü), günümüzde 1 emekliye 2 çalışan düşüyor. (Emekli sayısı artıyor).
3ncü nokta olarak, liberal ekonomi felsefesi \"büyümeye dayalı bir ekonomi\" sistemine dayalı. Firmalarda büyümek için, daha az maliyet daha çok kazanç ve kar, bu sistemde yaşayabilmeleri-var olmaları için kaçınılmaz şart.
Bütün bunları bir araya getirince, gelişmiş ülkelerde otomasyon sistemlerinin kullanılması kaçınılmaz. Aksi takdirde, büyümeye dayalı ekonomi sistemi çöker.
Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde durum farklı. Ölüm yaşı daha düşük, bu nedenle emeklilik sistemi farklı. Eski tekniklere daha bağımlı. Diğer yandan, kamu yönetimindeki bürokrasi ve şeffaf olmayan yapı, suiistimale daha açık. Bu nedenle çalışanlardan toplanan primler, doğru şekilde yatırıma dönüşmeyebiliyor. Üstüne üstlük, kaçak veya eksik çalışan (devlete sosyal güvenlik primini ödemeyen ya da en düşük düzeyden ödeyen) sayısı çok fazla. Çünkü kamu işleyişi şeffaf değil ve toplanan gelirleri (primleri) yatırım yerine farklı kalemlere harcamak mümkün, sistemin (şeffaf olmayışı) yapısı buna imkan sağlıyor, hatta dolaylı yoldan teşvik ediyor.
Yeterli primin toplanamaması ve toplananların doğru yatırımlara kaynak olmamamsı, işsizlik oranını da yüksek tutuyor. Çünkü yanlış yatırımlara (topluma değil, bireylere kısa vadede gelir sağlayacak) finansman sağlanıyor.
Ülkemizde bu sorunu, nüfus artışı ile çözmeye çalışıyorlar. (3 ve üstü çocuk). Böylece ihtiyaç-talep artacak, artan taleple üretim artışı sağlanacak ve ekonomi dönecek. Üstelik işgücü arzı artacağı için (hem iş gücü arzına katılan genç nüfus ve yükselen emeklilik yaşı ile kalan deneyimli orta yaşlı nüfus) toplanan primde artacak, emeklilik yaşı yükseldiği için, emekli maliyeti de azalacak şeklinde düşünülüyor (bence).
Emeklilik yaşının ileri alınması doğru bir karar. Çünkü çoğu insan, halen dinç, çalışmaya hazır ve bilgi-deneyim olarak en verimli çağlarında çalışma yaşamından ayrılıyor.
Ancak nüfus artışının desteklenmesi bence yanlış bir politika, ham kişi başına düşen milli gelir oranını düşürüyor. Hem de yeni nesilde, birey başına ayrılan sağlık ve eğitim maliyetlerini dolayısı ile kalitesini düşürüyor.
Böyle bir ortamda, üretimde mekanizasyon yatırımcıya daha yüksek kar getirse de, topluma ve sosyal güvenlik sistemine olumsuz etkisi olur.
Bunun bir kaç ek nedeni daha var. İlki gelişmiş ülkeler büyümeye değil, sürdürülebilirliğe dayalı ekonomik modele yöneliyorlar.
Bu her ne kadar zor gözükse de, Büyümeye dayalı ekonomik modelin Keynes ile başlayan 60-70 yıllık bir geçmişi var. Ondan önceki dönemlerde ülke ekonomileri farklı temellere dayanıyordu (sürdürülebilirlikten, sömürgeciliğe)... (1929 buhranı ile başlayan, başlangıçta devlet harcamaları ile desteklenen ülke ekonomilerini, firma büyümeleri ve bunu destekleyen tüketim artışına dayanan \"büyümeye dayalı ekonomik model\", 2nci Dünya Savaşı sonrasında yaygınlık kazanmaya başlamıştır.).
Gelişmiş ülkeler sürdürülebilirliğe geçiyorlar, çünkü dünya çapında yaşanacak olan ekonomik daralmadan (resesyon), sadece bu ekonomiler çıkabilecek, Diğerlerinde ise ciddi çıkmazlar ve çözümsüzlüklerle, kayıplar yaşanacak.
Tekrar çünkü dünyanın insanlığa sunabileceği doğal kaynaklar ciddi anlamda, aşırı artan nüfus ve bunların ihtiyaçları ile tüketilmiş durumda. Halen, dünya ekonomisi 30–40 yıl sonrası nüfusa ait kaynakları tüketerek ayakta duruyor. Yani geleceğimizden, mevcut yaşam standartlarımızı korumak ve geliştirmek için borç alıyoruz. Yani çocuklarımızın, torunlarımızın lokmalarını yiyoruz, sularını içip kirletiyoruz. (BENCE)
Şimdi bu bilgiler altında, sanayi ve inşaatta robotları kullanmayı, fayda ve kayıplarını (zarar değil) tekrar düşünebilirsiniz.