Geçen ay Rising Stars in EECS Workshop Photos Copyright Noah Berger/2014 medyada geniş yer bulan bir haber içimizi gururla doldurmuş, bir Türk kızı; Canan Dağdeviren gencecik yaşına rağmen iki önemli medikal cihaz geliştirmeyi başararak, dünyanın önemli bilim insanları arasına girmişti. Kısa sürede böylesine büyük başarılara imza atan bu özel insan Türkiye’nin adını ve Türk insanının zekâsını tüm dünyaya duyurdu.
Canan’ın haberi ajanslara ilk düştüğünde resmine baktım ve boğazımda bir şeylerin düğümlendiğini hissettim. Hani İstiklal Marşı okunurken, törenlerde, vatan şiirlerini dinlerken ağlamaklı oluruz ya; hissettiğim aynı yoğunlukta bir gurur ve milli duygu bombardımanıydı. Çocuğunun ilk müsameresine gitmiş bir anne gibi; dokunsalar ağlayacaktım adeta. O aydınlık ve sağlıklı yüz; sanki benim kızımdı, kardeşimdi, kanımdandı. İşte böyle yakın, candan, içten biri Canan Dağdeviren; bizden biri…
Projelerine gömülüp, sadece bilimle meşgul olan ve kapılarını dünyaya kapatan türden bir bilim insanı değil; hayatımızı kurtarmaya adadığı hayatı hiç de öyle soluk ve sıkıcı değil. O sadece ne istediğini çok iyi biliyor ve hedefine doğru emin adımlarla ilerliyor. Yolu kesildiğinde alternatif yollar buluyor, tökezlemiyor, yorulmuyor.
Peki, Canan Dağdeviren’in başarısının sırrı nedir? Böyle özel bir insan nasıl yetişir? Bu noktaya gelebilmek için nelerden fedakârlık etmek gerekir? Cevapları hep beraber öğrenelim.
Bu zorlu başarı öyküsünün okuyan herkese ışık tutması dileklerimizle…
***
Canan Hanım merhabalar, Türkiye’de sizi medyaya yansıyan geliştirmiş olduğunuz iki adet tıbbi cihaz (PZT MEH ve cilt kanserini teşhis eden cihaz) sayesinde tanıdık. Harvard Üniversitesi’nin Genç Akademi Üyeliği’ne seçilen ilk Türk sizsiniz ve Forbes dergisinin “30 yaşından küçük 30 bilim insanı” listesine girdiniz. Başarılarınız saymakla bitmiyor. Öncelikle kendinizi tanıtmanızı istesek neler söylersiniz?
4 Mayıs 1985’te İstanbul’da doğdum.Üniversiteye kadar Kocaeli’ de yaşıyordum. 1999 Körfez depreminde okulum hasar gördüğü için, Adana Seyhan ÇEAŞ Anadolu Lisesi’ne misafir öğrenci olarak gönderildim, İngilizce hazırlık sınıfını orada okudum; keyifli bir yıldı. Şu an kullandığım İngilizceyi orada inşa ettim.
Ben ailemin en büyük çocuğuyum; 2 erkek kardeşim var. Caner benden 2 yaş küçük. Bilgisayar Mühendisi; bir bankada müfettiş olarak çalışıyor.
Emre, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi, aramızda 10 yaş var. İleride birlikte ortak çalışmalar yapmayı planlıyoruz.
Haziran 2007’ de Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği’nden mezun oldum. Sabancı Üniversitesi Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Programı’nda yüksek lisans eğitimimi 2009′da tamamladım. Yüksek lisans için Sabancı Üniversitesi’ne başvuru yaptığım 2007 yılında, sadece bir öğrenciye tam burs verilmişti; o bursu da ben almıştım.
2009′da ilk defa verilmeye başlanan Fulbright Doktora Bursu’ nu kazandım ve The University of Illinois at Urbana, Champaign’ de (UIUC) Malzeme Bilimi ve Mühendisliği bölümde doktora eğitimine başladım. Doktora süresince fizik, elektronik, kimya, malzeme, mekanik ve tıp alanlarının kapsamına giren, esnek ve katlanabilir, vücut içine ve deri üstüne yapıştırılabilir veya giyilebilir elektronik aletler üzerinde çalışmalar yaptım.
Ben, insan kalmayı hayal eden bir bilim emekçisiyim.
PZT MEH adı verilen pilsiz çalışan kalp çipi ve cilt kanserini teşhis eden cihaz geliştirdiniz. Bu iki önemli buluş nasıl ve ne kadar sürede ortaya çıktı? Projelerin seçilmesi ve çalışmaların hangi alana yöneleceği fikri nasıl ortaya çıktı?
Doktora süresince yapmış olduğum projelerden biri olan ‘giyilebilir kalp pili’ (PZT MEH) benim çocukluk hayalim. Dedem 28 yaşında iken kalp yetmezliği nedeniyle vefat etmiş, ben bunu 5 yaşımdayken öğrendim ve 5 yaşında bir çocukken, hayal yaşımı 28 olarak belirledim. 28 yaşıma gelene kadar kalp sorunları yaşayan hastalar için bir şey yapmak istedim ve kendi çapımda bir şey yaptım.
Belki çok ufak bir adım şu an itibariyle ama inanıyorum ki ileride birçok uygulama alanı ile karşımıza çıkacak. Manevi açıdan böyle bir önemi var: kendi hayalimi gerçekleştirdim ve aynı zamanda hayalleri olan ama sorgulanan gençlere örnek oldum.
Bilimsel açıdan önemini ise şöyle özetleyebilirim:
‘Giyilebilir kalp pili’; kalbin, akciğerin ve diyaframın hareketi ile elektrik enerjisi üreten, bu enerjiyi depolayan esnek ve ultra ince piezo elektrik entegre aleti anlatmakta. İnsan vücuduyla uyumlu plastik bir yüzeye tutturulan bu malzeme; saç telinden yüz kat daha ince olup, kâğıt gibi katlanıp bükülebiliyor.
Arizona Üniversitesi Sarver Kalp Merkezi ile yürütülen ortak çalışma ile yapılan esnek alet, kalp boyutları insana yakın olan koyun, dana, domuz üzerinde denendi ve başarılı oldu. Ayrıca, canlı metabolizmasıyla uyumunu kanıtlamak amacıyla yapılan kontrol deneyinde, fare kas hücrelerinin alet üzerinde sorunsuz büyüyebildiği görüldü. 20 milyon kere katlanıp büküldüğünde dahi mekanik olarak sağlamlığını koruyabilen alet, 3,8 Voltluk pile enerji depolayabiliyor.
Bu teknoloji, günümüzde kullanılan boyutça büyük, maliyetli ve kalp ile herhangi mekanik yakınlığı bulunması mümkün olmayan teknoloji için yeni kapılar açıyor. Tamamen esnek, kâğıt gibi katlanabilir- bükülebilir alet, kıvrımlı hatlara sahip organlar ile sıkı kontak kurabiliyor. Bu sayede enerji verimliliği yüksek ve organların hareketini sınırlamayan bir sistem oluşturulmuş oluyor.
Günümüzde kullanılan kalp pillerinin 5 ile 7 yıl arasında ömürleri var ve pilin işlevini yitirmesi durumunda bütün mekanizmanın riskli bir ameliyatla değiştirilmesi gerekiyor. Fakat tasarladığımız bu alet ile kalbiniz, akciğeriniz veya diyaframınız, kalp pili için gereken enerjiyi kendisi üretiyor.
Giyilebilir olması, gerçekten de vücut ile uyumlu olması anlamına geliyor. Alışılmışın dışında bir tasarım bu. Kalın, kıvrımsız, esnek olmayan bir elektronik alet, esnek ve yumuşak olan biyolojik sistemler üzerine problem çıkartmadan ‘giyilebiliyor’.
Vücut/deri mekanik özelliklerini tespit eden cihazım ise, annemin fikriydi. Kullandığı yüz kremlerinin ise yarayıp yaramadığını tespit eden bir alet olup olmadığını sormuştu. Ben de sadece annemi değil, deri hastalıklarına yakalanma riski olanları da memnun eden bir alet tasarladım.
Klinik deneyler, Arizona’da deri kanseri taşıyan hastalar üzerinde yapıldı, harika sonuçlar alındı ve çalışmam geçen ay itibariyle çok prestijli bir dergi olan Nature Materials’ ta yayınlandı.
Bu projelerde kimlerden destek aldınız? Ekibiniz var mıydı?
Doktora hocam, Prof. John Rogers ve ailemin desteğini aldım. Tabi, benimle çalışan bir öğrenci ekibi de vardı.
Bilim insanı olmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Sizi teşvik eden, yönlendiren olaylar ve kişilerden bahseder misiniz?
Küçük yaşta bilime olan merakım, dedemin vefatını öğrenmem ile ivmelendi diyebilirim. Mesela, küçükken bir çakıl taşını parçalayarak içerisindeki atomları bulmaya çalışıyordum (üstelik herkesin bunun imkânsız olduğunu söylemesine rağmen). Atom mikroskobuyla tanışınca yaptığım şeyin imkânsız olduğunu iyice anladım, ama bu şekilde ailemin ilgi alanımı fark etmesini sağlamış oldum.
Memleketimizdeki her genç gibi ben de üniversite sınavına girdim. Fizik, kimya gibi temel bilimlerden bir dal okumak istiyordum; fakat karar veremiyordum.
İşte tam bu dönemde; Kocaeli kitap fuarında Erdal İnönü ile tanıştık. Çocuklarla sohbet etmeyi seven biriydi sanıyorum; çünkü anne ve babamdan çok ben ve kardeşim Caner ile sohbet etmeyi tercih etmişti. Nerede okuduğumuzu ve ne olmak istediğimizi sormuştu. Tabii, ben de bu imkânı kaçırmayıp, Türkiye’nin önemli teorik fizikçilerinden Prof. İnönü’ye kafamdaki soruları sormuştum. Bana, Anılar ve Düşünceler (1.cilt) isimli kitabını imzalayıp vermişti ve ‘Kitabi okuyunca, eğitim alacağın dala karar vereceğine inanıyorum’ demişti. Caner’de de 2. cildi mevcut. Henüz bebek olan Emre’nin adına da 3.cildini imzalamıştı. Belki o sırada olayı tam kavrayamamıştım ama kitabı okumamla birlikte, hayatım derin bir şekilde değişti.
ABD’ye gitmeden önce Türkiye’de medikal teknoloji alanında çalışmalarınız oldu mu?
Sabancı Üniversitesi, hem öğreten hem de öğrenen bir birey olmayı yaşadığım bir üniversiteydi, çok mutluydum. Hayalimdeki aletleri yapabiliyordum; fakat istediğim gibi vücut ile entegre edebilmem mümkün değildi. Esnek giyilebilir aletler üzerinde çalışan araştırmacıları araştırmaya başladım ve Prof. John A. Rogers’ı buldum.
Genç yaşta başarılı bir kariyer elde etmeyi başardınız. Bu kolay olmadı sanırız. Ne gibi zorluklar ve mücadeleler yaşadınız? Böyle bir kariyer için nelerden fedakârlık ettiniz?
Tüm öğrenim hayatım boyunca burslu okudum, maddi açıdan pek bir sorunum yoktu ama manevi açıdan vardı. Yapmak istediğim projeyi Türkiye’de yapabilecek bir kurum bulamamıştım. Kendime bir strateji belirlemeye karar verdim ve lisans dönemi sırasında yaz dönemlerinde üst sınıflardan ders alıp, dönem içindeki ders yükümü azaltarak ulusal ve uluslararası konferanslara katıldım. Konferanslardaki konu yelpazem çok genişti ve bazı hocalarım; ‘Sen daha ne yapacağına karar verememişsin, başarıya ulaşman neredeyse imkânsız, işin zor.’ diyorlardı. Fakat odaklanabilmem için farklı insanlarla tanışıp farklı konuları nasıl birleştirdiklerini görmem gerekiyordu, çünkü benim yapmak istediğim proje sadece fizik değil, malzeme, elektronik, tıp ve kimyayı da kapsıyordu.
Konferanslara katılabilmek için maddi destek bulmam çok güç olmuştu; çünkü daha önce öğrencilerin üniversitelerden böyle bir talebi olmamıştı.
Bir örnek vermek gerekirse: Doktora hocamla tanıştığım Amerika’daki bir konferans için Türkiye’den seyahat bursu alamamıştım ama araştırmış ve Amerika’dan seyahat bursu almayı başarmıştım. Kısacası insanlara kendimi anlatmam kolay olmamıştı; sınırları, çerçeveleri yıkmak zordu.
Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü gerçekten de çok zorlu bir program, fakat çok değerli hocalarım olduğu için şanslıydım.
Kaliteli bir eğitim aldığımı düşünüyorum. Aldığım karma eğitimin verdiği üretkenlik, esneklik ve aynı probleme farklı açılardan bakabilme kabiliyetinin bana çok şey kattığını düşünüyorum. Özellikle kazandığım analitik düşünme gücü, deney yapabilme ve tasarlama kabiliyeti Hacettepe Üniversitesi’nde kazandığım niteliklerdir.
Devlet üniversitesinde tecrübe ettiğim maddi destek eksikliğini, Sabancı Üniversitesi’nde neredeyse hiç yaşamadım. Hem öğreten hem de öğrenen bir birey olmayı deneyimledim, çok mutluydum. Hayalimdeki aletleri yapabiliyordum fakat istediğim gibi insan vücuduna entegre edebilmem mümkün değildi. Esnek giyilebilir aletler üzerinde çalışan Prof. John A. Rogers’ı buldum. Hatta kendisiyle 2008 yılında Boston, ABD’de yapılan bir konferansta yüz yüze tanıştık, sunumunu dinledim ve kendi sunumuma davet ettim. Yine önyargıların ve eleştirilerin tersine, gideceğim okulu değil, çalışacağım hocayı seçmiştim.
Daha sonra, doktora eğitimim için burs arayışına başladım. Direk hocadan da burs alabilirdim fakat akademik olarak özgür olmak finansal açıdan da özgür olmayı gerektiriyordu. Özellikle de doktoranın ilk seneleri için, kendini ispat edene kadar… 2009′da ilk defa verilmeye başlanan Fulbright Doktora Bursu’nu kazandım ve The University of Illinois at Urbana, Champaign’de (UIUC) Malzeme Bilimi ve Mühendisliği bölümde doktora eğitimine başladım.
Tahmin ettiğim gibi doktora hocam, Prof. John A. Rogers, farklı bir konu üzerinde çalışmamı istiyordu ve yapmak istediğim şeyi grubunda önceden yapmış biri yoktu. Aslına bakarsanız hayalimdeki konsept henüz hiç kimse tarafından yapılmamıştı. Rogers, beni kararlı görünce ve maddi özgürlüğüm de olunca, istediğim projeye başlamama izin verdi. 5 yıl sürecek kişisel savaşım böylece başlamıştı. Kadın olmak bilime hizmet ederken de zordu.
Bu konuda birkaç örnek vermek isterim:
C: “Öğretmenim, tahtadaki çarpma işlemini tamamladım.”
X: “Hesap makinesi mi kullandın?”
(Aynı işlemi, ‘erkek’ bir arkadaşım benden sonra çözdü ve kocaman bir ‘aferin’ aldı.)
C: “Fizik eğitimi almayı düşünüyorum.”
X: “Emin misin? Kadın fizikçi mi olurmuş, senden fizikçi olmaz.”
C: “Aylardır üzerinde çalıştığım proje çalışıyor.”
X: “Tek başına mı yaptın? Kim yardım etti?”
C: “Doktora hocamla yaptığım toplantı harika geçti.”
X: “Gerçekten mi? Sen bayan olduğun için hoca sana iyi davranıyor.”
Geçmiş ve gelecek tüm eleştirilere yaptığım ve yapacağım bilimsel çalışmalar ile cevap veriyorum. Hiçbir ayrım gözetmeksizin, yaptığım işleri insanlığa hizmet olarak sunuyorum. Bilimin olanca ateşiyle herkesi kucaklıyorum, bilhassa da X’ leri…
Nasıl bir yapınız var? Kendinizi nasıl tanımlarsınız? Sizi bulunduğunuz noktaya getiren en önemli kişilik özelliğiniz nedir?
İnançlı, inatçı ve çalışkanımdır. Bir de yaptığım her işte tutarlıyımdır.
Başarımın nedeni yaşamayı ciddiye almamdır. Hayallerimin peşinden tutkuyla koşuyorum, az zamanda çok şey yapabilmek için çalışıyorum. Yaptığım işe olan inancım ve insanlığa verdiğim/vereceğim hizmet motivasyon kaynağımdır. İddialı ve inatçı olmam da yapacaklarıma ivme katıyor.
Akademik kariyerimin yanında sevgileri yarına bırakmadığım sosyal bir hayatım var.
Gençlere ve bilim alanında kariyer yapmak isteyenlere önerileriniz nelerdir? Hangi konularda kendilerini geliştirmeliler? Nasıl bir alt yapı oluşturmalılar?
En başta pes etmemelerini öneriyorum, tutkuyla, aşkla hayal ettikleri şeye sarılmalarını istiyorum.
Soru sormalarını, hayal kurmalarını, plan yapmalarını, literatürü taramalarını, mümkün olduğunca kendilerinden farklı insanlarla iletişim içinde olmalarını tavsiye ederim. En çok bilgiyi farklı insanlardan öğrenir, olaylara farklı açılardan bakabilme kabiliyeti kazanırız.
Kendimizi bizden daha iyi tanıyacak biri yok; o nedenle kendilerine de soru sorup hayattan ne istediklerini sorgulamalarını isterim, hepimiz ara sıra kendimizle baş başa kalmalıyız.
Şartlar el verdiği kadar alanlarında iyi hocalarla temasa geçmeleri iyi bir strateji olur.
Eğer sevdiğiniz işi yaparsanız, başarısız olma ihtimaliniz çok düşük.
Ve asla kendilerini başkalarıyla kıyaslamamalarını öneririm. Model alabilirsiniz, şevk duyabilirsiniz, ama ileri gidip karşılaştırma yaparsanız mutlu olamazsınız -ki farklı olan iki insanı karşılaştırmak bence mantıklı değil.
Buradan anne ve babalara, çocukları destekleyen büyüklere de bir ricamı iletmek isterim; Gençlere, bizlere güvensinler. Hayatımızı kendi kendimize şekillendirmemize izin versinler, sınırlardan ziyade bize yeni ufuklar çizsinler.
Sıradaki projeniz ne olacak?
Su an, Parkinson ve farklı beyin hastalıklarıyla mücadele eden hastalara yardımcı olabilmesi için iğne seklinde bir pil tasarlıyorum; henüz yapım aşamasında. Gerçekten çok büyük bir inançla üzerinde çalışıyorum, zor olduğunu biliyorum fakat imkânsız olmadığının da farkında olduğum için motivasyonumu sağlam tutuyorum.
Gelecekle ilgili hedefleriniz ve planlarınız nelerdir?
Hedefim az zamanda çok iş yapmak. Ölmeden yaptığım aletlerden birinin bir hastaya derman olduğunu görmek istiyorum. İnsan ayırt etmeden, bilimin birleştirici gücünü bir kez daha tecrübe etmeyi şiddetle istiyorum.
Eklemek istediğiniz son bir mesajınız var mı?
Bana hayattaki en hakiki mürşidin ilim ve fen olduğunu öğreten ulu önder Atatürk’e, benim ben olmamda değerli katkıları olan sevgili annem Mine’ye ve babam Cavit’e, ilham kaynağım olan erken yaşta kaybettiğim Hüseyin dedeme, hocalarıma, öğrencilerime, arkadaşlarıma teşekkür ederim. Ayrıca maddi ve manevi sponsorlarım; Niyazi dedem, İpek nenem, amcalarım Nihat, Nahit, yengelerim Fatoş, Elif, dayım Murat ve teyzem Fatma’ya sevgilerimi gönderiyorum.
Sosyal medyadan teşekkür ve iyi dilek mesajlarıyla bana ulaşan güzel ülkemin güzel insanlarına sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.
Kaynak
Medikal Teknik Dergisi
http://www.medikalteknik.com.tr/bilim-dunyasini-ayaga-kaldiran-turk
0 yorum