Ölüm insanlığa verilen bir lanet ya da zayıflık değildir. Ölüm aksine yaşam döngüsünü anlamlı ve çekilebilir kılan bir şeydir. Bir gün öleceğini ve fani olduğunu bilen tek hayvan olan insan için ölümün haksızlık ya da zorundalılık olduğunu düşünmek mantıklı değil. Ölüm duygusunun ve korkusunun var oluş sebebi, hayata ve varlığımıza sıkı sıkı sarılmamızı sağlamaktır. Hayatlarımızda bir anlam ya da değer olsun isteriz çünkü bir gün sahip olduğumuz hayat bitecek ve yerini ölüme bırakacak. Gece-Gündüz, Alfa-Omega, Artı-Eksi gibi Hayat-Ölüm de birbirine zıt şeyler değil, birbirini tamamlayan döngü parçalarıdır. Bizler zıt ya da ters olduklarını düşünürüz çünkü biz bu zıtlıkların ya da tersliklerin tam " ortasında " yaşarız. Bu yüzdendir ki; bu tezatlıklar insana birbirinde çok uzak şeylermiş gibi gelir. Doğum ve Ölüm arasında hayatlarımızı yaşarız. Doğumdan öncesini ve Ölümden sonrasını bilmediğimizden, bilemeyeceğimizden dolayı bu iki tezatlığı doğal olarak zıt olarak algılıyoruz, yorumluyoruz. Doğumdan sonrası ve Ölümden öncesi bize " hayat " dediğimiz periyodu verir. Biz bildiklerimiz bu periyottan ibarettir.