Yenilenebilir Türkiye
21. yüzyılın enerjisi yenilenebilir olmalı. Yağmur, kar, rüzgar… Bunların hepsi yenilenebilir enerjiye çevirilebilir. Şimdi güvendiğimiz fosil yakıtlar kadar da “güvenilir”.

Elde edilebilir olmasının sağladığı güvenilirlik algısı fosil yakıtları daha öne çıkartırken, yarattığı koşullardaki çevreye zararının altını her seferinde çiziyoruz. Halbuki yenilenebilir enerji de bu talebe doğru sistemlerle cevap verebiliyor hem de kirlilik yaratmadan.

Geliştirilmiş sistem ve doğru kombinasyonlar ile rüzgarın esmediği ve güneşin parıldamadığı zamanlarda da bu enerjiden faydalanmak mümkün. Yapılan araştırmalar gelecekte  bu enerjiye bağımlığı olacağımızın altını çiziyor.

Üzerinde durulan  en önemli konulardan biri elde edilen enerjiyi stoklayabilmek. Yani elektrik talebinin düşük olduğu zamanlarda enerjiyi elde tutabilmek ve tam tersi zamanlarda talebe cevap verebilmek.

İşin öbür yanında ise tüketiciden gelecek olan talebin gerçeği var. Bu trend şu anda yapım aşamasında olsa da sınırsız temiz enerji şu anda dünyada en çabuk büyüyen sektör. Türkiye’ye gelince bu henüz bir moda bile değil. Nükleer santraller ülkenin 20 yıllık planı içerisinde bulunuyor.

Yeşil enerji konusu açıldığında otaya çıkan tartışmaların çoğu yenilenebilir enerjinin sürekliliği üzerine oluyor. Bazı kaynaklar üzerine yapılan bu eleştirilerin haklılık payı var: rüzgar tribünleri yalnızca yalnızca rüzgar çevirir, güneş panelleri yalnızca güneşli havalarda enerji elde edebilir. Ama bu gerçekler güneş ve rüzgar enerjisinin sürdürülebilir olmadığını kanıtlamıyor.

Amerika ve gelişmiş ülkelerin çoğunda elektrik sistemleri “grid” yöntemi ile işletiliyor. Burada enerji aktarım hatları, bir bölgeden diğerine enerjiyi iletiyor. Bölgeye yayılan elektirik örgüsü, arz – talep yoğunluğuna cevap verebilir şekilde tasarlanmış. Yani buradan, rüzgar durduğunda elektriklerin kesilmeyeceğini çıkarabiliriz. Artık merkezî sistemleri bu teknolojide eski moda olarak adlandırmak mümkün. Bu sistem yenilenebilir enerjinin sürdürülebilirliğini daha da kuvvetlendiriyor. 

Aşağıdaki bilgileri belirtmeden de geçmeyelim, 2013 yılında yenilenebilir eneji sektörü 6,5 milyon kişiye iş imkanı sunmuştu. Bu alanda, Çin 2 milyon 640 bin kişi ile liderlik koltuğuna oturmuştu.

2014 yılının ilk çeyreğinde elektrik enerjisini yenilenebilir kaynaklardan elde eden Almanya solar enerji sıralamasında ise yılı birincilik ile kapattı. Yine Çin bu sıralamada ikinci oldu.

Ülkemize gelince, WWF Türkiye ve Bloomberg New Energy Finance işbirliği ile hazırlanan alternatif enerji raporunda gözümüze çarpan veriler şöyle:

“Türkiye 2030 yılında elektrik enerjisi talebinin neredeyse yarısını yenilenebilir kaynaklardan sağlayabilir.”

Sanayi devriminin getirdiği hızlı makineleşme ve endüstrileşmenin gerçek anlamda başlattığı iklim değişikliği, aşağıdaki rakamlarla bizlere hızlı stratejik değişiklik alarmı veriyor.

Öncelikle ortalama sıcaklıktaki artış 0,9 derece iken, artışın yüz yılda 6 dereceye ulaşması bekleniyor.

Bu koşullarda iklim değişikliğine karşı alınan birincil önlem/ihtiyaç tabii ki yenilenebilir enerji politikaları olmalı. Ama gelin görün ki Türkiye’nin enerji politikası öncelikli olarak kömüre, sonra nükleere ve sonrasında ise yenilenebilir enerji üzerine kurulu.

Son on yılda elektrik talebinin %70 artış gösterdiği Türkiye’de, bir yandan eğer stratejiler devam ederse, elektrik enerjisi üretiminden kaynaklanan sera gazı emisyonu 200 milyon tonu aşacak. Şimdiki rakam ise 110 milyon ton.

Bu rakamların yanında enerji alışverişine de bakacak olursak eğer, dinamik enerji piyasasına sahip olan bu coğrafyada, birincil enerjide dışa bağımlılık oranı %75 olarak not edilmiş.

İthalat doğal gazda %98,6; petrolde %93 taşkömüründe ise %92 oranında. 
Bu rakamların yanında Türkiye rapora göre 2013 yılında, elektrik üretiminin %29’unu yenilenebilir kaynaklardan sağladı.

Bu koşullarda coğrafi potansiyele göre yenilenebilir enerji hedefleri oldukça düşük. Örnek olarak güneş enerjisiyle ilgili yapılan karşılaştırmada elektrik üretmek için Almanya 32 GW, İtalya 16 GW kurulu gücü devreye sokmuş. Türkiye’nin 10 yıl sonraki hedefi ise 3 GW’yi devreye sokmak.

Neden diye soracak olursanız eğer, toparlanan bilgiler arasında sebep- sonuç ilişkileri kurmak çok kolay oluyor.

Kısaca tarihçeyi toparlarsak eğer, Türkiye’de güneş enerjisinden elektrik üretimi lisansı ilk olarak 2013 temmuz ayında verilmiş. Enerji sınırı için 600 MW’lık bir sınır konulmuş ve yapılan 496 lisans başvurusu 7.873 MW’a ulaşmış.

Yenilenebilir enerjisi alım garantilerine gelince ise, alım garantilerini gerçekleşteren kurumun adı her ne kadar Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması olsa da, faaliyetleri adı ile pek örtüşmemekte. Garanti süresi 10 senelik süreci kapsamakta, bu süreç AB ülkelerinde 15 yıl. Başka bir karşılaştırma ise rüzgar ve jeotermale sağlanan alım garantilerinin, Akkuyu’daki nükleer santral için Rus yöneticilerine verilen alım garantisinden çok daha düşük olduğunu gösteriyor.

Dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapmak adına başka enerji politikları mümkün. Seçim yapmak gerekirse siz hangisini seçerdiniz?
 

Selen Duru
[email protected]

Kaynak: WWF Türkiye

"Bu makale yesilist.com'dan alınmıştır".


Fizikist
Türkiye'nin Popüler Bilim Sitesi

0 yorum