0

Dini açıdan ele alınca, ruh bedenden çok önce vardır ve bedenden sonra da vardır. Beden içindeki ruh sadece gelişim için bir imtihandadır. Somut olgular açısından (tam olarak bilimsel diyemiyorum ama elle tutulur, ölçümlenebilirliği kast ediyorum), enerji kaybolmaz. Sadece değişir. Gene fiziksel bir nesnedeki enerji de (canlı, cansız farketmez) o nesnede var olmadan çok öncede vardır. O nesne tamamen ayrıştığı zaman da var olmaya devam edecektir. Burada ciddiye alınması gereken bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Beyin fonksiyonlarında düşüncelerimizle biçimlendirdiğimiz dalgalarda sonuçta bir enerjinin yansımaları ve biçimlendikten sonra artık değişmiyorlar. Tüm evrene yayılsalar bile. Mesela 100 bin ışık yılı ötedekiler nasıl bir gün bizim Tv yayınlarımızı alabilecekler (tabii ellerine ulaşan dalgaların enerji yoğunluğu çok düşük olacağı için çok hassas araçlara ihtiyaç var), Bunu kabul ediyorsak, dalgaların değişmediğinin bir kanıtı olarak düşünebiliriz diye yorumluyorum. Bu nedenle beyini sadece bu enerjilerin biçimlenebileceği geçici bir araç olarak düşünmek rahatsız etmiyor. Sonuçta beynin çalışma presnipleri ile kuantum mekaniğinin çalışma prensipleri benzer. Aradaki kimyasallar ve polarlaşmayla (sinir hücreleri iletilerde elektron iletmiyor, kutuplaşarak -polarlaşarak iletiyi aktarıyor diye biliyorum) bir algı düşünce oluştuğu zaman, bu ileti bir çok birimde parça parça işleniyor ve en yüksek olasılıkların toplanması ile bir sonuca ulaşılıyor. Bu nedenle akson ve dentritler arasında bazen 10 bine yakın bağlantı olabiliyor (yani bir beyin sinir hücresi 10 bin farklı sinir hücresi ile koordineli çalışabiliyor). Ama daha ilginci kullanılmayan ya da işlevselliğini yitirmiş bağlantılar koparılıp, sinir hücresi en verimli dengede (kritik denge gene) duruken, ihtiyaca göre yeni bağlantılarda kurabiliyor. (Örneğin bir matematik problemi çözerken, aynı konuda alıştırma yaptıkça koordineli çalışan kimi hücreler araki aktarıcı sinir hücrelerini devreden çıkartıp, direk bağlantıya geçebiliyorlar. Tekrar bu bağı güçlendiriyor, unutmayı zorlaştırıyor. Çözüm hızını arttırıyor. Aynı şey, her konuda geçerli. Müzük dinlerken bile algıladığımız müziğe göre yeni bağlantılar oluşabiliyor. Veya bir resimi incelerken de benzer şekilde bir yol gelişebiliyor. -Zaten bu nedenle bilim ve sanat içiçe ya bence- Bu da anlamayı, algılamayı kolaşlaştırdığı gibi, yeni bir çözüm ya da bakış açısı bulmamızı sağlıyor. Farklı konularda kitap okumak, tartışmalara katılmak, düşünmek te benzer etkileri olabiliyor. Bunları yazıyorum, çünkü beynin gücünün ve imkanlarının ne kadar güçlü olduğunun farkında olduğumu anlatmak için. Ama beynin aracı bir enstrüman olmaktan öte bir işlevi gene de olmuyor. Çünkü ölümle beyindeki işlevini kaybeden enerji ve onun dalganımları yok olmuyor. Aslında bu bir bakıma evrende tek ve gerçek olanın, varlığını ve gücünü, onun bir parçası olduğunu kabul etmenin farklı bir tezahürü (benimki). İşte burada insanı mahveden şey, bu bedenin getirdiği istek, arzu ve korkularla (insan olarak bende de var), bu durumu idrak edememek, red etmek... Devamı altta...

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0
0

Dini açıdan ele alınca, ruh bedenden çok önce vardır ve bedenden sonra da vardır. Beden içindeki ruh sadece gelişim için bir imtihandadır. Somut olgular açısından (tam olarak bilimsel diyemiyorum ama elle tutulur, ölçümlenebilirliği kast ediyorum), enerji kaybolmaz. Sadece değişir. Gene fiziksel bir nesnedeki enerji de (canlı, cansız fark etmez) o nesnede var olmadan çok öncede vardır. O nesne tamamen ayrıştığı zaman da var olmaya devam edecektir. Burada ciddiye alınması gereken bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Beyin fonksiyonlarında düşüncelerimizle biçimlendirdiğimiz dalgalarda sonuçta bir enerjinin yansımaları ve biçimlendikten sonra artık değişmiyorlar. Tüm evrene yayılsalar bile. Mesela 100 bin ışık yılı ötedekiler nasıl bir gün bizim Tv yayınlarımızı alabilecekler (tabii ellerine ulaşan dalgaların enerji yoğunluğu çok düşük olacağı için çok hassas araçlara ihtiyaç var), Bunu kabul ediyorsak, dalgaların değişmediğinin bir kanıtı olarak düşünebiliriz diye yorumluyorum. Bu nedenle beyini sadece bu enerjilerin biçimlenebileceği geçici bir araç olarak düşünmek rahatsız etmiyor. Sonuçta beynin çalışma prensipleri ile kuantum mekaniğinin çalışma prensipleri benzer. Aradaki kimyasallar ve polarlaşmayla (sinir hücreleri iletilerde elektron iletmiyor, kutuplaşarak -polarlaşarak iletiyi aktarıyor diye biliyorum) bir algı düşünce oluştuğu zaman, bu ileti birçok birimde parça parça işleniyor ve en yüksek olasılıkların toplanması ile bir sonuca ulaşılıyor. Bu nedenle akson ve dentritler arasında bazen 10 bine yakın bağlantı olabiliyor (yani bir beyin sinir hücresi 10 bin farklı sinir hücresi ile koordineli çalışabiliyor). Ama daha ilginci kullanılmayan ya da işlevselliğini yitirmiş bağlantılar koparılıp, sinir hücresi en verimli dengede (kritik denge gene) dururken, ihtiyaca göre yeni bağlantılarda kurabiliyor. (Örneğin bir matematik problemi çözerken, aynı konuda alıştırma yaptıkça koordineli çalışan kimi hücreler araki aktarıcı sinir hücrelerini devreden çıkartıp, direk bağlantıya geçebiliyorlar. Tekrar bu bağı güçlendiriyor, unutmayı zorlaştırıyor. Çözüm hızını arttırıyor. Aynı şey, her konuda geçerli… Müzik dinlerken bile algıladığımız müziğe göre yeni bağlantılar oluşabiliyor. Veya bir resimi incelerken de benzer şekilde bir yol gelişebiliyor. -Zaten bu nedenle bilim ve sanat iç içe ya bence- Bu da anlamayı, algılamayı kolaylaştırdığı gibi, yeni bir çözüm ya da bakış açısı bulmamızı sağlıyor. Farklı konularda kitap okumak, tartışmalara katılmak, düşünmek te benzer etkileri olabiliyor. Bunları yazıyorum, çünkü beynin gücünün ve imkânlarının ne kadar güçlü olduğunun farkında olduğumu anlatmak için. Ama beynin aracı bir enstrüman olmaktan öte bir işlevi gene de olmuyor. Çünkü ölümle beyindeki işlevini kaybeden enerji ve onun dalgalanımları yok olmuyor.

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0
0

Burada (sanırım) çürütülmeye çalışılan şey, binlerce yıllık ruh kavramının içeriği. Sorun burada... Eskiler ruhu tanımlarken, ellerindeki bilgi ve bu bilginin (kendi) mantık kurallarına uygun şekilde yorumlanışıyla ortaya çıkmış tanımlarını kullanmışlar. Toplumlarına da bunu empoze etmişler. O dönem için, dinin toplumsal hayattaki emredici rolüne de bakarsak, çok normal ve hatta gerekli olduğunu görürüz. Sorun bize dayatılan 5000 yıllık (yazı ile aktarılmaya başlanan kısmı ele alıyorum) bakış açısının, artık günümüzün bilgilerine ve birikimine göre tatmin edici bir açıklama sunamaması. Bu yakşaım iki seçenek bırakıyor, ya bu şekilde kabul et, sorgulama, ya da istediğini yap ama mürted olursun. (Gerçi buna karar verme yetkisini Peygamber (S.A.V) efendimiz bile kendinde görmemiş ama günümüzde hüküm yetkisini kendinde gören, desteklenen çok kişi var.) İspatlanmaya çalışılan şey onların ta, (benim açımdan) ruh'un sadece onların anlattığı şekilden daha fazla, daha geniş, daha önemli ve artık eldeki teknik imkanlarla daha anlaşılabilir olduğu ve onların tanımlamalarının ötesinde somut ifadeleri de olabileceği. Burada diyorlar ki , hayır siz ruhu göremezsiniz, elleyemezsiniz, o ulvi bir yaratılmıştır, sorgulayamazsınız. Bizim dediğimizi ve dediğimiz şekli kabul edin. (ama biz ruh çıkartırız, büyü yaparız/bozarız, cin çağırır onlara iş yaptırırız, baht açar, kapatırız, gelecekten fikir verebiliriz, bu soyut işleri biz yapabiliriz. ) (Aksi ispatlanamayacak kadar soyut olmasından güç alıyorlar) . Bende onların yaklaşımlarının hatalı olduğunu düşünüyorum. Çürütülmeye çalışılan şey esasta bu. Ruh soyut bir varlıktır ama insan üzerinde somut belirtileri vardır. Sadece beynin işlevleri ile ortaya çıkmamıştır. Fizik kanunlarına göre hiç yoktan varolamayacağına göre, beyinde şekillenip gelişmeden önce de vardır. hiç bir şey yok olmayacağına göre beynin işlevinin bitmesi ile de var olacaktır.

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0
0

Burtay Hocam, takdirlerin icin tesekkurler. Goruyorum ki tanimi tartisma isiginda biraz daha degistirmissin :) Arkadaslar, kendimi tekrar etmek gibi olacak, ama ben bizi yapan dusunme, hissetme, ogrenme, bilgi depolama, ve bilinc olusturma seklindeki beynin fonksiyonlarindan ote bir varlik/kavram herneyse aramayi cok gereksiz buluyorum. Butun bunlari hali hazirda beynin fonksiyonlari oldugu biliyoruz (sadece bilinc konusu hala gizemli). Niye illaki maddi/manevi soyut/somut birseyler bulmaya calsiyoruz ki? Ruh, beynin islevinin bilinmedigi zamanlarda ortaya cikmis bi kavram ve de insanin olumsuz olma arzusunun urunu. Simdiki bilgilerimiz isiginda bu kavrama artik gerek duymuyorsak, illa inancin gerektirdigini aramak yerine inanclari sorgulamanin vakti gelmistir bence. Inanc malesef cogu seyi koru korune kabullenmeyi gerektirir. Sorgulamayi koreltir. Simdi molekuler duzeyde yazan bir 3d yazici getirsek ve atom atom bir insan beyni yazdirsak ve bu beyin bizler gibi ogrense, dusunse, hissettse? Hani nerde bunun ulvi ruhu? Tanri 3d beyin yazdirdigimiz gorup, dur sunun icine ruh ufleyim mi demis olmayacagina gore? Inanc yuzunden belki diyeceksiniz ki bu yapay , ruhsuz bir beyin. Benim beynimin ruhu oldugu ne malum ki zaten? Ya da Burtay hocam gibi derin felsefeye dalacaksiniz. oncesinde bunun ruhu portakaldaki vitaminin enerjisiydi, sonra dalga oldu vs. Hocam fazla takmissin su dalgalara :) Televizyon vericisi de enerjiyi dalgaya ceviriyo, o dalgalarda dedigin gibi uzayda kaybolmuyor. O zaman Lost'un veya Aski Memnu'nun ruhu da dizi yayindan kalksa bile var olmaya devam ediyor, oncesinde de zaten trafoda elektrik olarak vardi :) Veya illa ruh beynin yaydigi bir formda olacaksa, yazdiigim bir siir, kitap da beyin dalgalari gibi beynimin isleyip urettigi bir enerji formu mesela? Su yazdigim satirlar da ruhumun bir parcasi olarak ben oldukten sonra amerikada serverlarda kalmaya devam edecek, o zaman olumsuz olmusum bile... Ruh ile kastedilen o kadar belirsiz ki su an... Yani "ben" diye bilcegim bir kavram bile yok ortada. En basitinden hatiralarimiz beyinde depolu. Hatiralardan, ogrendiklerinden kopmus bir "ben" dusunebiliyor musunuz? Bu ben baska bir formda var olsa ne olur ki? Artik ona ben diyebilir miyim? Hatta 1sn onceki ben ile 1sn sonraki benden farkli, cunku beynin yapisi her an degisiyor. Hangi "ben"e ait bir ruhtan bahsedicem, o bile mechul... Konuya inanclardan siyrilmis, objectif sekilde bakabilirsek aslinda cok basit olarak sunu goruruz: Beynimiz tamamen bu evrende gelisiyor. Evrenden aldiigi enrjiyle besleniyor, gelisiyor, ogreniyor, dusunuyor, bilgi depoliyor, hissediyor, unutuyor.. ama benlik bilincini bu evrende kendi gelistikce gelistiriyor. Fonksiyonunu yitiridigi zaman da tekrar enerji olarak evren donuyor. Fakat bu noktada bilinc tamamen kapanmis oluyor. Beynin eserleri, dalgalari baska enerji formunda devam etse de, bilinc fonksiyonu tamamen yok oluyor. Bu da bence en kritik nokta, Ayni bilincin baska bir formda/dunyada var olmasini beklemek o kadar gereksiz ki... veya beynin icinde olusmadan baska bir yerlerde onceden var oldugunu. Bilinci olusturan yapi taslari onceden var olmus olsa bile ona "benim benlik bilincim" diyebilir miyiz? Bu bilinci imtihan etmek icin olusturmak, yok lduktan sonra da baska formda tekrar olusturup odullendirmek/cezalandirmak ne kadar makul? Hafiza basta olmak uzere pekcok diger fonksiyonundan ayrilmis bir bilinc, bir "ben" icin ne ifade eder ki? Bu baglamda ruh diyecegim birsey olsa ne olur olmasa ne olur... Ben sahsen her uyandigimda bilincimin islemeye basladigini, uyudugumda ise kapandigini biliyorum. Bu bana zaten beyin oldukten sonra bilincimin nasil kapanacagi fikrini veriyor. Dogumdan once bilincim nasil kapali(yok) idiyse, olumden sonra da yine tamamen kapali (yok) olmasi cok makul. Bunun otesinde bilincimin baska bir formda/ dunyada tekrar acilmasi hikayesi ise cok abes. Bence inancinizla celisen durumlarda illaki inancinizin karsiligi biseyleri aramak yerine bir de inancinizi sorgulayin. Kendinize bunun icin bir firsat verin. Evrenin ve beynin isleyisinin bilinmedigi zamanlarda bilinmezleri tanrisal guclerle aciklamak, insanlara olumsuzluk vaad etmek ve mitlere inandirmak cok daha kolaydi. Gunumuz rasyonel insanin once bilgiyle harekey etmesi ardinan da bu inanislari sorgulamasi gerekli. Islerim yogun, bundan sonra uzun uzun yazamayabilirim. Saglicakla. Son olarak da su videoyu birakayim, konuyla cok alakali: https://www.youtube.com/watch?v=8On7rktFZME

Ozgur Gonen 9 yıl önce 0
0

Tanımı değiştirdim gerekirse değiştirmeye devam edebilirim. Çünkü bir konuyu tek açıdan alma alışkanlığında körler olarak, fili doğru tanımlamakta zorlanıyoruz. Avantajım bu konuda esnek olabilmek. Ama bu tanımlamaya çalıştığım şey'in fil olduğu gerçeğini değiştirmez. Benim o gerçek hakkında yetersiz bilgi ile ele alışımı, yaptığım tanımları yanlış yapmaz, doğru, birbirini tamamlayan, farklı açılardan doğru yapar diye düşünüyorum. yoksa elime gelen diş minesi ile hortumu kıyaslayıp kesin bir hüküm verirsem, çelişkiler arasında kalabiliriz. Ama Özgür Bey'in getirdiği çok önemli bir noktayı mesela hiç düşünmemiştim. "Benlik bilinci". Aslında Özgür Bey 'de "benlik bilinci" tanımlamasında neredeyse tamamen dini açıdan anlatılan (din adamlarınca yorumlanan değil) ruhu betimliyordu. En azından öyle algıladım. Sayın Kaan Akyüz'ün belirttiği gibi hala bazı şeyleri oturtamadığımız için salt din açısından olayı ele alıyoruz. (Bu arada benim dalgalar konusundaki saplantımı mazur görün. Bana göre evrendeki tüm oluşumlar dalgasal bir yapılanmanın ürünü... Madde, enerji ve onların değişik oluşumları...) Murat Sayın'ında ifade ettiği koanlar arasında, döngüsel mantık soruları ile bazen kendimizi çıkmaza sokuyoruz. Ama "benlik bilinci" güzel... Çok güzel oldu. Şimdi, en basit anlatımıyla din bize ruh'u ham, günahsız, saf bir şekilde tanımlıyor. Bu ruh yaşamı boyunca gelişiyor ve ardından işlevi bitmiş vücuttan ayrılıyor. Sonra kazandığı deneyime ve kalitesine göre bir gruba dâhil oluyor. ( Cennetlikler ve cehennemlikler gibi.-) Orada varlığı sonsuzluğa sürüyor. (Eğer bir karadelik yakınında olsaydık, size göre 1 saniye olan süre bana göre sonsuz süreceğinden bu yaklaşım göreceli bile olabilir.) Dini açıdan ruh saf düzeydeyken, bir talepte bulunur, benlik bilinci kazanabilmek için (sizin kavramlarınızı kullanmaya çalışacağım). Bu bilinci kazanabilmesi ve koruyabilmesi için de yaşama gelir. Ölümden sonra da bu benlik bilincini korur. Bu yaklaşımdan benlik bilincinin, çok önemli bir kavram olduğu sonucuna varıyorum. (Bu arada uyurken bilincimiz tam anlamıyla kapanmaz, ölüm ile uyku kardeş olabilirler ama aynı değiller. Uykuda rüyasız bölümde, beyin hücrelerinde kimyasal onarım ve düzenleme hatta bir kısım bilginin depolanması söz konusu. Rüyalarda günlük yaşamdan gelen bilgiler derleniyor, toplanıyor, mevcut bilgi birikimler ile sınıflandırılıyor ve faydalı, faydasız bilgiler ayıklanıyor. Rüyasız bölümde sonuçlar depolanıyor, gibi... Bu sırada bilinç olmuyor değil farklı bir nitelik kazanıyor.) Bilinci eğer günümüzün değerleriyle ele alırsam, bana göre en yakın tanımı, bilgi alış-veriş ve depolama kapasitesini aynı anda kullanabilmek derdim. Yani eldeki mevcut bilgileri, yeni bilgilerle birleştirip, daha farklı ve yepyeni bilgiler üretebilmek... Sanırım insanı özel kılan da bu. Derin uykuda iken, dış dünya ile bilgi alışverişi olmuyor. Hatta iç dünya da bile olmuyor ama hücre içi düzeyde bilgi derlemesi olduğuna inanıyorum. (Hatta bu konuda uçuk bir sav'ım da var: Bilgilerin RNA kodlaması olarak depolandığını düşünüyorum. Ya da hücre içinde uzun ve çok moleküllü değişken başka protein zincirleri varsa, onlara da olabilir. Her bilginin kodlanması ve sıkıştırılması işlem zamanı aldığından, bu işi hücre düzeyinde işbölümüne aktarmak daha mantıklı olabilir.) Yani bilinç hücresel düzeye indirgeniyor. Bu da çok düşük düzeyde ve monoton beyin dalgası olur herhalde…

Burtay Mutlu 9 yıl önce 0