Bakışımın temelinde birkaç varsayım var.
İlki evrenin basit tekrarlar sonucunda bu kadar karmaşıklaştığıdır. Fraktal geometrideki gibi, kendini tekrarlayan olguların ilişkisi ile bu karmaşık sistemin oluştuğu. Çünkü evren tamamen simetrik ve homojen bir yapıdan başlıyor. Bu kadar karmaşık olabilmesi için, ya tüm bu ayrıntılar baştan belirlenmiş olmalıydı ki, bugünkü yapısını alsın. Ya da basit bir tekrarlar zinciri üstüne kurulmalıydı.
Evrendeki tüm olguların sebebi de tekrar bu homojen ve simetrik yapıya geri ulaşmak , dengeye gelmek, olmalıydı bu durumda…
İkincisi, evrenin bir enerji yoğunluğu olması. Evrendeki her şey daha küçük parçalarına ayrılabildiğine göre, (ya da tam tersi küçüklerin birleşimi ile büyükler oluştuğuna göre) aynı tekrarlar mantığı enerji içinde geçerli olmalı. Bu nedenle enerjiyi çok küçük paketçiklerden oluştuğunu ve miktarını bu paketçiklerin adedinin belirlediğini düşündüm.
Üçüncüsü yoğunluğu düşük, parçacıkların arasındaki bağların zayıf olduğu nesnelerin akışkan özelliği olmasıdır. Sıvı ve gazlarda geçerli olan akışkanlık kuralları, minik paketçiklerden oluşan enerji içinde geçerli olmalıdır. Enerji yoğunluğunun olduğu her ortamın bir akışkan olabileceğini düşündüm.
(Bu konuda okuduğum ve kullandığım bazı akademik çalışmalarda var ama dosyalar işyerimdeki hard diskte bu linki rastgele internetten şimdi buldum. Örnek olması açısından ekliyorum: http://www.mit.edu/people/kerson/cosmologystuff/Dyson.pdf)
Dördüncüsü hologram mantığıdır. Lazer hologramda önce tek frekansta bir ışın yayarsınız. Daha sonra bu ışını kesen farklı frekansta bir ışın ile kesiştirisiniz. İkisinin frekansları arasında uyum olan ve tepe ve üst noktaların üst üste geldiği noktalarda görüntü elde edersiniz. Bizim için elimizin içinden geçtiği bu seyrek ortam gerçek olmasa da, enerji yoğunluğu yakın bir nesne için gerçeklik ifade edecektir. Tabii hologram evreni değil, maddeleşmede bu ilkelerin geçerli olabileceğini düşünüyorum.
Beşincisi evrenin genişlemesidir. Genişleme hızının ne olduğu bir yana, genişlediği en azından enerji için birbirinden uzaklaşma yönünde bir hareket olduğu, kesin.
Hangi ortamda genişlediğini bilemiyorum. Ama bir akışkan genişleyebilmesi için, yayıldığı ortamdan daha yüksek bir iç basınca sahip olması gerekir. Yani basınç farkları olmalı. Bu da her genişleme aşamasında, genişleme sınırında, akışkan sınırı içinde kalan bir basınç değişimi anlamına gelir.
Bu basınç farkının düzeltmesinin de, akışkan içine doğru yayılan bir titreşim dalgası göndereceğini düşündüm.
Bildiğimiz-üzerinde çalıştığımız dalgalar bir merkezden yayılan dairesel ya da küresel dalgalar. Her dalga sırası bir enerji taşır, aktarır. Dalga sırası genişledikçe taşınan enerji miktarı değişmediği için, birim ölçü başına olan miktarı azalır. Yani mesafe artıkça, ulaştığı nesneye aktardığı enerji azalır.
Oysa dıştan içe doğru olan bu dalgalarda durum tam tersi. Aynı enerji miktarını taşısalar da, mesafe artıkça (merkeze yaklaştıkça) Dalga sırası daralıyor. Yani birim başına taşıdıkları enerji miktarı artıyor.
Tabii şu an bu tür dalgaları saptayamadığımız için ya yoklardır. Ya da var iseler teknolojimizin saptayamayacağı özelliklerde olmaları gerekiyor. Ben bunu ayrıca evrensel ortak dil olmasından dolayı Planck Sabitlerine bağladım. Hem de Planck sabitlerinin niye böle olduğuna bir sebep verdim.
(Bir Planck zamanında, bir Planck mesafesi kadar dalgaboyu olan dalgalar). Dalgaların bir de taşıdığı bir enerji miktarı ve bundan kaynaklanan bir hızı olmalıydı. Bunun için en uygun adayın “C” olduğunu düşündüm. “C” temel sabit olunca, diğer değerler buna bağımlı olarak farklılaşabilirlerdi.
Altıncısı evrenin şeklinin küresel bir formda başlamış olsa bile, şu an kesinlikle kürsel olmadığına dayanıyor. Şekil olarak enerji yoğunluğu/yüzey alanı ve genişleme oranı olarak torusu seçtim. Ama bunun önemi ikinci derecede… Önemli olan 5nci madde de belirttiğim bu dalgaların küresel bir yapıdan yayılmamaları. Çünkü farklı bir şekil olunca, yayılan her dalga sırası uzaydaki belli koordinatlara (sınırdan ayrılma zamanlarına göre) farklı zamanda ve taşınan enerji miktarı ile geliyorlar. Yani bir A noktasına, söz gelimi t1 anında salınan x1 dalgası kuzeyden çarparken, aynı anda t3 zamanında salınan x2 dalga sırası da güneyden çarpıyor. Tabii evren içinde her yerden geldiği için dalgalar, A noktasına aynı anda farklı sırayla salınmış- her yönden dalgalar ulaşıyor. (Bu yaklaşımı, spinin belirlenmesinde dayanak aldım)
Yedincisi, evrenin genişlemesinin nesne üzerinde görelilik çerçevesinde bir etkisi olduğudur. Madem hareket eden her nesne, göreliliğe tabii, evrenin genişlemesi ile bu yönde hareket eden nesneler niye bunun dışında bulunsun? (Şu ana kadar olan teorilerin içeriğinde bu genişleme nasıl katılmış? Yoksa etkisiz eleman mı olmuş? Bilgim yok. )
Bu hareketin ivmesinin, hareketin sürekliliğinden dolayı kütleye de sabit olarak yansıdığını düşündüm.
Yani durağan kütle olarak tanımladığımız şey, yoğunlaşmış enerjinin bu ivmeden kazandığı değer.
Ayrıca nesnelerin serbest düşme durumunda olmasını da bu harekete bağladım. Neye göre serbest düşme? yi bu şekilde anlamlandırdım.
Bu genişleme etkisinin artan ivme ile olmasını evreninde bir rotasyonu olduğu ve bizim içinde olmamızdan dolayı bunu fark etmiyor oluşumuza bağladım. Ancak etkilerini galaksi yörüngeleri, kara delikler olarak gözlemliyoruz.
Çünkü sekizinci varsayımda, “neden enerjinin hepsinin kütleleşmediğine” buradan cevap ürettim. Eğer evrenin bir rotasyonu olsaydı, sadece ekvatoral bölgedekiler en yüksek hıza sahip ve en yüksek basınç altında olurlardı. Yani evrenin ilk hareketine dik açı ile katılan küçük bir kısım, evrenin oluşumunda maddeleşme imkânı bulabilirlerdi.
Dokuzuncu varsayımı dalgaların ilerleme hızın ortam yoğunluğuna bağlı olmasına dayandırdım. Sismik dalgalardan, denizdeki dalgalara her dalganın hızını ortam belirliyor. Ayrıca nonlinear dalga akışının diğer dalgalara ortam oluşturmasını kullanmışım. (http://arxiv.org/pdf/physics/9612010.pdf daha okuyorum başlarındayım.) Ve dalgaların bulundukları ortam yoğunluğuna göre hız değiştirmelerini de kullandım (özellikle özel görelilikte…)
Onuncu varsayımda sicim yaklaşımından faydalandım. Eğer 5 temel sicim formülü arasında yüksek ve düşük enerji durumlarını ifade eden bir durum var ise, (bir tanesi kendi, kendisinin düşük enerjili konumuna denk geliyor). Bu boyutlar içindeki enerjinin (parçacığın) da durumunu ve boyutlarla olan ilişkisini de tanımlıyor olabilir diye düşündüm. (Sicim teorisi konusunda ciddi eksiklerim ve yanlışlarım var ama anladığım kadarı ile değerlendirdim)
Bu durumda bir sicimin düşük enerjili konumu bir diğerinin yüksek enerjili konumuna denk geliyordu.
Sonra bazı kavramları yeniden ele aldım: Öncelikle “boyut”: Enerji için (sicim teorisinden esinlenerek) hareket edebileceği yön-aralık-alan olarak, harekete bağlı olarak somutlaştırdım.
Bu “tekillik” kavramını; boyutsuz, “hareket alanı hiç yok” olarak tanımlamama neden oldu.
Sicim teorisinde, boyutların sicimlerce sıkıştırıldığı, sicimlerin enerji içeriği ile güçlendiğini ve genişleyebildiğini belirtiyordu.
Üç uzamsal boyutun nasıl serbest kaldığı için ise net bir açıklama göremedim. Bu durumda eğer bir 2 boyutlu sicim alanı bağlı olarak genişlerse, bunun enerji için bir hareket alanı koruyabileceğini düşündüm. Bu şekilde 3 uzamsal boyut, sınırlı ve brane-zar sicimlerce korunan bir alana dönüştüler.
Böylece zaman’ı enerjinin sınırsızca hareket edebildiği bir alan-boyut olarak tanımladım. Ancak bunu dengeleyen ve tamamlayan bir boyuta daha ihtiyacım oldu. Enerji aktarılmadığında sıfır (0) olan.
“Zaman” ile olan zıt ilişkisinden dolayı bunun da “Hız” olduğunu düşündüm.
Üstelik ikisi aynı doğru üzerinde değişiyorlardı.
Zaman’ın hareket ile olan ilişkisinden faydalanarak, zamanın sürekliliğini ve tek yönlü olmasını evrenin genişlemesine bağladım. Çünkü evrenin genişlemesi de sürekli ve tek yönlü bir hareket.
Buradan zaman birimi olarak, iki genişleme dalgası arasındaki açıklıkta gerçekleşen hareket olabileceği sonucunu çıkardım.
Bu durumda bir nesne için zaman algısı, evrenin genişleme yönünden maruz kaldığı dalga aralıkları oldu. İster nesne sabit dursun, dalgaları onu geçsin, istese nesne hareket etsin, dalgaların içinde yol alsın. Kaç dalga sırası içinde hareket ettiyse, zaman (günlük kullandığımız anlamda) algısı da ona göre oluyordu.
Tabii burada ana sorun bir kütleyi geçen dalgaların durumu oldu. Kütle yoğunlaşmış bir enerji olduğuna göre, bu dalgalar kütle ortamından geçerken, farklı bir (daha yüksek) yoğunluk ortamında hareket ediyor olacaklardı. Bu da dalgaların hızının düşmesi anlamına geliyordu. (Özel görelikle diğer bağlantısı da buradan çıktı.)
Diğer konulara girmeden sadece 4 temel kuvvet ile ilgili olan kısma geçiyorum. Yukarıdaki ayrıntılar bu açıklamanın anlaşılması için yeterli olacaktır sanırım. (Kütle-Çekim, Görelilikler ve diğer konuları es geçiyorum. Necmi Bey uzun diyecek. Suskunluğum kelimelere vuruyor. )
En temel parçacık bir dalga ile karşılaştığı zaman, dalganın bir kısmını yansıtıyor. Yansıtılan bu dalga parçacığın büyüklüğüne ve yoğunluğuna bağlı olarak değiştiği için ona özel bir titreşim olarak saptanıyor. Parçacığın boyutları ne kadar küçük ise, maruz kaldığı enerji ona oranla o kadar yüksek oluyor. Bu da parçacığın geniş, kendisine oranlı olarak hayli büyük bir alan oluşturmasına neden oluyor. (Burada bir de etken olan spin belirlenmesi olayı var.) Bu alan, parçacık kaynaklı bir titreşim olarak gözüktüğünden, ilk gelen dalganın aksine küresel. Yani mesafe ile zayıflayan yapıda.
Eğer parçacık bütünlüğünü koruyacak bir durumda bulunmazsa, parçacığın içerdiği enerji yoğunluğu genişleme dalgaları ile parçalanıyor. Oluşan bu alanın etkin olduğu bölge, parçacığın kütlesini ölçebildiğimiz kısmı oluşturuyor. Çünkü genişleme dalgalarına sadece kendi varlığı ile değil, bu alan ile de direnç gösteriyor. Bu alanın farklı, daha yüksek bir enerji yoğunluğu oluyor.
Akışkan içinde birbirine belli (kritik) mesafe altındaki parçacıklar, aralarındaki akışkanın hızı arttığı için daha düşük bir basınç alanı oluştururlar. Bu nedenle birbirlerine yaklaşırlar. Bu parçacıkları birleştirirken, aralarında akışkanın hareketine göre bir ilişki olur. Örneğin akışkanı aynı yöne harekete zorlayan iki parçacık birbirini iterken, aralarında akışkanı ters yönlü etkileyen bir başka parçacık olursa, birbirlerine tutunuyorlar. (İnternetteki Hakan Egne’nin çalışmasından faydalandım)
Küçük parçacıkların bu şekilde birleşmesi ve daha büyük alanlar oluşturmaları ile olaylar sırası devam ediyor. Ancak her oluşan alan bir öncekinden daha zayıf oluyor.
Örneğin atom çekirdeği ile elektronlar arasındaki mesafeyi düşünün. Diyelim ki 1 milyon kat fark var. Bunun anlamı elektron (bulutun)a çarpan genişleme dalgası, atom çekirdeğine vardığında 1 milyon kat daha güçlenmiş oluyor.
En son bilindik kütleye vardığında, dalgaların oranlı olarak karşılaştığı alan o kadar büyüyor ki, yansıtılan dalgalar çok daha zayıf oluyor.
Tabii burada kütle çekiminde, kütlenin evren genişlemesindeki hareketinin etkisi var.
Kütle evren genişlemesi ile hareket ederken, hareket yönünün tersinde (Bu yön neresi bilmiyorum çünkü genişleme 3 boyut üzerinde her yöne, harekette aynı şekilde olmalı, oysa benim algımda tersi de aynı şekilde oluyor. Tutarsız. Bilmiyorum o yüzden) düşük bir basınç alanı oluşuyor.
Büyük kütlelerin oluşturduğu, düşük basınç alanı daha büyük oluyor. Bu sefer daha küçük kütleli nesneler, basıncın daha yüksek olduğu bölgelerden, alanlarıyla bu nesneleri itiyor.
Yani buradan Einstein’ın kütle nedeniyle çöken alanı, genişleme yönündeki hareket sonucu oluşan düşük basınç alanı olarak tanımlamaya dönüştürüyorum.
Üstelik bu basınç alanının en düşük olduğu yer, büyük kütlenin merkezi oluyor. Yani büyük kütleye düşün küçük nesnelerin ulaşmak istedikleri yer, en düşük basıncın olduğu bu merkez nokta oluyor.
Bunu bir Tır’ın arkasına takılan bir ufak arabanın, tır’ın gövdesinin oluşturduğu en düşük basınç alanına yönelmesi gibi düşünebilirsiniz. Hareketi esnasında en az dirençle karşılaşacağı yer orasıdır.
Bu durumun aynı zamanda, dünyanın merkezine varan bir nesnenin ağırlığının sıfır olacağını da açıkladığını da düşünüyorum.