Araştırmada yer alan New York Weill Cornell Medikal Yüksel Okulu'ndan anestezi uzmanı Dr. Alex Proekt, "İlaçlar beyni terk ettiği zaman oluşturdukları etkinin ortadan kalktığını ve narkoz sonrası bilincin geri geldiğini zannediyorduk. Ancak bu süreci yeterli anlayamadığımız ortaya çıktı" ifadesini kullandı.
Bilim insanları, beynin faaliyet esnasında oluşturduğu izleri inceleyerek, bilinç kazanmaya doğru spesifik bir şekilde ilerlediğini düşünüyordu. Araştırmada, beynin bilinçliliğe doğru adım adım mı ilerlediği yoksa aynı anda birçok hale geçiş yapıp yapamadığı anlaşılmak istendi.
Proekt ve meslektaşları, anestezi altındaki farelerin beynindeki belli bölgelerin elektriksel faaliyetini inceledi. Deneyde, fareler uyanıncaya kadar verilen anestezinin etkisi azaltıldı.
Gözlemler, beynin tekrar bilinç kazanmak için birçok belli aşamadan geçtiğini gösterdi. Bilinç kazanma esnasında, beyindeki bazı basamaklar arasında net bir dönüşüm yaşandığı, beynin diğer haller arasında bağlantı kurmak için de bir nevi bağlantı merkezi oluşturduğu görüldü.
Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmada, beynin bilinç kazanma sürecinde farklı 'güzergahlar' seçebileceği, ancak basamaklar arasında geçişi sağlayan merkezlerin ana rolü üstlendiği ifade edildi.
Yeni tedaviler keşfedilebilir
Bilim insanları, elde edilen yeni bulguların ileride komadaki insanlara yardım etmek için kullanılabileceğini belirtti. Proekt, 'komadaki ve baygın insanların beyninde uyku halinin periyotlara bağlı olarak elektriksel faaliyetler gerçekleştiğine değinerek, 'beynin koma ve genel anestezi altında bazen normal faaliyetlere dönmeyi başaramadığını' belirtti.
Beynin şuur kazanmasını sağlayacak uyanma basamaklarını sonuçlandıramaması, bazen insanların uzun yıllar komada kalmasına neden olabiliyor.
Bilim insanları, insanlara yardımcı olabilmek için ilk olarak farelerde gözlemlenen sürecin insanlarda da var olup olmadığını anlamak istiyor. Proekt, ileride şuursuzluğa neden olan halleri ortadan kaldıracak ve nihayetinde hastaları uyandıracak tedavinin geliştirilebileceğini belirtti.
Hastaların sadece fiziksel değil, faaliyetleriyle de bilinç kazandıklarını ortaya koyabilmesi, bir gün insanların gerçekten nasıl bilinç kazandığına da net bir açıklama getirebilir.
Kaynak: Livescience
Burtay Mutlu
Bir varsayımdır. Beyini sibernetik bir organizma olarak ele alırsak, dıştan aldığı uyarılara tepki vermesi ile bilincin başladığını düşünüyorum. Tepki verebilmesi için, uyarıcıyı algılaması, sınıflandırması, tanımlaması, soyut bir kavramı kendi içinde somutlaştırması ve buna göre de işlem yapması gerekiyor. Bu durumda dışarıdan gelen uyarıcıları işleyeceği merkezlerde toplayıp, bunları kodlayıp sinir ağındaki ilgili sinir zincirlerine yolluyor sanki. Tüm bu işlemlerde hücrelerin genetik materyalinde kodlanmış verilerle uyuşan, uyarıcıları sınıflandırdığını düşünüyorum. Şöyle ki; Kişi uyurken bile bilinci yarı yarıya işlem halindedir. Rüya görür. Ancak rüyasız dönemleri de vardır. İşte bu dönemlerde, ya da anestezi sonrasında (o da bir tür rüyasız uyku hali diyelim); dışarıdan gelen uyarıcılara karşı kapalı oluyor. Ne ses, ne koku ne de başka hiç bir sinir iletisi beyinde işlenmiyor. Bu süreçte hücreler ne yapıyor. Durumları nedir onu incelemek lazım. Belki kendilerini tamir ediyorlar, belki dinleniyorlar, belki de kendi içlerine dönüp gün içinde aldıkları verileri, RNA ve şeker fosfat moleküllerinde kodlayarak depoluyorlar. Bu süreçten çıkıldığında ise verileri işlemeye, sınıflandırmaya başlıyorlar. Mesela gün içinde yaşanan olayların dökümü çıkartılıp, sınıflandırılıp, gruplar halinde kodlanıyordur. Aynı anda içinde bulunulan ortama ve dış uyarıcılara göre bu kodlama işlemi etkilenebiliyor olabilir. Çünkü rüyalarımızda, gün içinde yaşadığımız ve çağrışım yaptıran uyarıcılardan başka alakasız verilerin de karmaşası bir rüya görebiliyoruz. Soğuk oda da uyuyan bir adamın, gün içinde bir kadının elinde gördüğü yılan derisi çantayı birleştirip, sınıflandırma esnasında (rüyalarda) kendisini bir buz ejderhasının sırtında görmesi gibi. Rüyalardan yoksun bırakılmış insanların ne kadar sıkıntı yaşadığı biliniyordur. Yorgun, dikkatsiz, karmakarışık olurlar. Üstelik gece isterlerse 20 saat (rüyasız dönemlerde rahat bırakılarak yapılıyor bu deneyler) uyumuş bile olsa. Diğer yandan meditasyon dahil, düşüncelerin serbest bırakıldığı yarım saatlik bir rüyalı uyku dönemi ise insanı dinçleştirir. Buradan rüyaların, gün içinde toplanan verilerin geçici depolardan çıkartılıp, işe yaramayacakların elenip, kalanların kalıcı veya uzun ömürlü depolara yollandığını varsayıyorum. Bu nedenle de karmakarışık rüyalar görüyoruz. Aynı şekilde yarım saatlik bir fiesta bile bizi dinçleştiriyor. Rüyanın olmadığı uyku dönemleri, sinir hücreleri arasında iletimin olmadığı ellerindeki verilerin moleküllere kodlanarak depolandığı dönemler olmalı. Anlamak için, uzun süre rüyasız uykudan mahrum bırakılanların, hafıza testlerine bakmalı. 1 ay, 3 ay, 6 ay evvelki bilgilerden ne kadarını hatırlayabiliyorlar. Tabii deneklerin hepsinin de aynı uyku alışkanlıklarına sahip olması şartıyla Anestezi veya felç durumunda sinirler arası uyarıcı bilgilerinin iletimi olmadığı için, ana data dağıtım merkezlerine bilgiler ulaşmıyor ve buradan kodlanmak üzere dağıtılamıyor olmalı. Beyin hücreleri arasındaki elektriksel iletinin aslında, kimyasal bir işlem olduğunu (Hücreler uzantılarının uçlarında elektriksel olarak kutuplaşarak veri iletiliyorlar. Veriyi, (+)olarak bir uzantı ucundan alırken, hangi uzantısının ucunda () olarak iletileceğine, hücre nasıl karar veriyor (???) araştırılmalı.) unutmamak lazım. Bunun anlamı hücreler arasındaki elektriksel iletide rol oynayan çeşitli hormonlar ve salgılardan bir tanesi, komadaki hastaları da uyandıracak ve sinirlerin tekrar veri işlemesini zorlayacak moleküller olabilir.