0

En başta Zaman'ı canlıların algılarıyla ele almayı bırakmalısınız. Canlının zaman algısı, sinir sistemi, o anki fiziksel-psikolojik durumu ve metabolizma hızlarıyla farklı olabilir. BUNLARIN FİZİK AÇISINDAN HİÇ BİR ÖNEMİ ve DEĞERİ YOK. Çünkü fizik formül ve hesaplamalarına giremeyecek ve tamamen öznel yargılar. Aynı zaman süresini, aynı koşullar altında aynı kişinin aynı şekille değerlendireceğinin bile kesinliği yok. O yüzden, kişisel algı ile evreni açıklamaya çalışmak, METAFİZİK'in bir konusu... Zaman ve Zaman algısına gelince.. Bence iki tür Zaman var. Bir tanesi Evrenin genişlemesinden kaynaklanan bir Zaman, Hızı sabittir, akışı tek yöne ve sabittir, Evrendeki tüm kuantum düzeyi titreşimin kaynağı/sebebidir. Bu düzeydeki Zaman birimi ise Planck süresidir. Yani bir enerji birimi kuantanın, bir titreşim periodudur. Bu Zaman Uzay ile içiçe geçmiştir. Daha doğrusu onun tarayarak ilerlediği için, bu dokuyu titreştiriyor. Deniz (Uzay)+ Dalga (Zaman) gibi... Diğeri ise kütleye has Zaman. Öbürünün bir türevidir. Bağımsız değildir. (Bence, enerji birimlerinin, birbirlerine tutunup nötr sistemler oluşturmalarını Evren genişlemesi kökenli Zaman'ın momentumu sağlamıştır. ). Fark, kütle Zaman algısını, en küçük biriminin titreşim periyod miktarına göre yapar. Bu mantığı sezyum atom titreşimine dayalı saatlerle anlayabilirsiniz. Burada önemli olan, titreşim miktarıdır ki bu da SÜRE'yi gösterir. Kütlenin algıladığı "Süre", titreşim sayısına bağlıdır ve Hız arttıkça titreşim genlikleri arttığı için, genişler. Buna da Zaman genişlemesi diyoruz. Tüm ölçümlerimiz temel de, bir enerji biriminin bir titreşim periyoduna ve dalga boyuna dayanıyor. Yani 1 Planck Mesafesinde , 1 Planck Zamamında gerçekleşen titreşim periyoduna... Ondan sonra türlere, ihtiyaçlara göre kıyaslamaya dayanarak çeşitli ölçü sistemleri ve birimleri geliştirilmiştir.

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 3 yıl önce 0
0

hocam bu cevabınızda haklısınız ancak beni soruma cevap veriyor mu o konuda şüpheliyim. bahsettiğiniz "planck sabiti" burada asıl önemli detay. detaylarına girdiğiniz zaman kavramı konusunda bilim adamı olmadığım için cevap veremeyeceğim. Doğruluğu yada yanlışlığı hakkında bir fikrim yok ancak; "planck sabiti "vebir sonraki "planck sabiti" arasındaki o ince çizgide gelişen olaylar ile "sonsuzluk kavramı" arasındaki ilişki hakkındaki düşünceleriniz nelerdir onu merak ediyorum? soyut olarak düşünecek olursak tek boyut ile iki boyut arasında sonsuz sayıda tek boyutlu nokta bulunmaktadır. 2 boyut ile 3 boyut arasında sonsuz sayıda 2 boyut bulunmaktadır. 3 boyut ile 2 boyut arasında sonsuz sayıda 2 boyut bulunmaktadır. asıl sorun şu uzay zamanda da iki an arasında sonsuz sayıda an bulunma olasılığı var mıdır? planck sabiti bu matematiksel sonsuzluk kavramı ile çelişmekte midir? Çünkü sonsuz bir kümeye sonlu ve tanımlanabilir bir nokta eklemek ile sonlu ve tanımlanabilir 2 nokta eklemek arasında bir fark olmamasına rağmen bahsettiğiniz zamanı algılama biçimimiz olan iki sonlu ve tanımlanabilir "süre" ve "an" kavramlarında canlılar bir fark hissedebilmektedirler. peki o zaman iki an arasında hissedilen bu farklar zamanın kendisiyle alakalı değilse ne ile alakalılar? canlılığın ta kendisiyle değil mi? ya da canlılığın an , zaman ya da süre ile ilişkisi nasıldır?

Bilal Dinçer 3 yıl önce 0
0

En başta sorgulamak ve tuhaf sorular geliştirmek saçmalık değil, merak etmek sadece... İkincisi bilimci olmak, nasıl tanımlanıyor? Bir konuda mesela fizik, 4 yıl eğitim alıp o alanda daha sonra bir de yüksek yaptınız mı, bu sıfat başlıyor. Hele bir de bu alanla ilgili çalışıyorsanız, bilimci oluyorsunuz. Yani bir süre bilgilenmek ve bu bilgilenmenin sertifikalarını-evraklarını alacak yetkinliğe ulaşmanız ile bilimci sıfatı kazanılıyor. Ülkemiz de ve dünyanın bir çok yerinde, o koşulları yerine getirmiş ve evraklarını almış ama bilimle ve bilimci olmayla ilgisi olmayan sonuçlar, fikirler üretenleri düşündükçe... Bu tanımı hak etmek için başka nitelikler gerekiyor bence... En başta merak, sorgulamak ve bu merakı tatmin edecek şekilde araştırmak, öğrenmek önemli. Bir diğeri ise ki eksik kaldığım(ız) nokta, bu alanda geçmişte elde edilmiş bilgiler (fikir veya varsayımlar değil) net, direk gözlemlenebilir sonuçlar ve tekrarları ile uyumlu olabilmek. Bilim gözlem, deney ve tekrarlanabilir sonuçların verileri üzerinde gelişiyor. Bunlara sadık olmak önemli. Sonra bu sonuçları, farklı açılardan yorumlamak ve birbiri ile bağlantılandırmak , işte bu bilimcinin işi... Bir alanda okumak ve mevcut sonuçları yorumlayan farklı bakış açılarını, varsayımları bilmek, bu noktada önemli çünkü bakış açınızı genişletiyor. Buraya kadar olan kısmı "çalışmak" olarak nitelersek... O nokta'dan sonrası ise hayal gücüdür. Çünkü hayal gücünüz olmadan eldeki verileri birleştiremezsiniz. Kendinize özgün yeni bir bakış açısı üretemezsiniz. Sıkıntıların çoğu da bu nokta da açığa çıkıyor çünkü veri olarak neyi kullandığınız önemli. Sadece bilimsel verileri (deney gözlem ve sonuçları) kullanıyorsanız, bilimcisinizdir. Geri kalanı yorumunuzdur. Ama bunların arasına "doğruluğu kanıtlanmamış" yaklaşım ve varsayımları da katıp kullanıyorsanız, sonuçlar bilimsel değildir. Bilimci değilsinizdir. Kendinizi nereye koyacağınıza buna göre karar verin. Kendimi bilimci olarak görmediğimi belirteyim. Ama hayal gücüm çok ama çok iyidir ve bağlantıları kurmada (her alanda) başarılıyımdır. O yüzden,ürettiğim sonuçlar hep bence ve gerçek bilimcilere "sadece ilham" olması amacıyladır. Onlar yanlışları eleyip, doğru kısımlarını kullanacak yetkinlikteler.

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 3 yıl önce 0
0

Sorularınıza gelince; En başta "Boyut" kavramını çok farklı ele alıyorum. Bana göre boyut: Bir tek enerji ünitesinin yani kuantanın, titreşim yaptığı bir alandır. Eğer enerji ünitesi, 1 doğru üzerinde titreşip bir vektörde alan işgal ediyorsa tek boyutludur. Titreşmiyorsa. noktadır ve boyutsuzdur. Birbirine dik ve 2 doğrultu üzerinde titreşiyorsa, bir alan işgal eder ve iki boyutludur. 2 tane iki boyutlu titreşimin faz uyumu ile iç içe geçmesi ve birbirlerine dik olmaları durumunda ise 3 boyutlu bir "sistem" ortaya çıkar. 2 tane enerji alanının iç içe geçmesinden dolayı da bu enerji yoğunlaşmasıdır ayrıca ve kütlenin de temelidir. Bu ilk üç boyutu anlatan titreşim alanlarını legolar gibi birbirlerine eklerseniz istediğiniz büyüklükte ebatlara (bir cismin boyutlarına) veya ortak titreşim vektörleri üzerinden mesafelere ulaşabilirsiniz. Bu mesafeler üzerinden de koordinatları elde edebilirsiniz. 4ncü boyut yani Zaman gene bir titreşimdir. Gene enerji üniteleri üzerinde gerçekleşmektedir. Ancak ilk üç uzamsal boyutdan farklıdır. Bir alandır. 3 uzamsal boyutu birden aynı anda keser. Her biri ile sanıldığı gibi 90 değil, 45 derece de kesişir. (3 boyutlu sistem, 2 boyutlu olsaydı o zaman ancak 90 derece de Zaman ile kesişebiliyor. Yani aslında 2 boyutlu ve birbirine göre eşdeğer açılara sahip bir titreşim alanı, Zaman ile 90 derece de keşiştiğinde, 3 boyutlu bir sisteme dönüşüyor. "Zaman olmasaydı, Kütle de olmazdı" demek bu...) Bu durumda Zaman'ın bir titreşim ise kaynağı bu 3 boyutlu sistem dışından olmak zorunda. Evrenin genişlemesini en makul kaynak olarak görüyorum. Çünkü tek yöne ve sürekli bir genişleme var. Ayrıca genişleme çeperlerinde toplamda hala büyük patlamanın enerjisi var. Üstelik büyük patlama öncesi Zaman'da olmuyor. Büyük patlama sonucu genişleme hareketi ile doğuyor.

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 3 yıl önce 0
0

İşte bence "Süre"yi, bu nesneyi geçen dalga sıralarının toplam miktarı belirler. 50 dalga sırası geçince saptanan süre ile 500 dalga sırası geçince saptanan süre bu yüzden farklıdır. Bu dalga sırasının nesneyi geçerken aldığı yol yani sürenin en küçük -tek birimi ise "An" dır. (1 Planck süresi) Bu "An" aralığına henüz ulaşmamış dalga sıraları "geleceği", "An" aralığını geçmiş ve ilerleyen dalga sıraları ise "geçmişi" oluşturur. Bütün değişim, farklılaşma ise sadece "An" aralığında mümkündür. Çünkü dalgalar bu aralık içinde iken momentumlarıyla nesneye etki ediyorlardır. Değişim bu aralıkta iken mümkündür. Henüz ulaşmamış ya da geçip gitmiş dalga sıralarının, nesne ile bir etkileşimi olmadığı için de geçmiş ya da gelecek "Şimdi-An" üzerinde bir etkiye sahip değildir. Geçip gitmiş dalgalar, momentumlarının bir kısmı ile nesne de etkiye sahip oldukları içinde, bir miktar farklılaşmıştır. Bu da bir bilgi taşıdıkları anlamına gelir. Bu bilgi Şimdi anında oluşabildiği için, daha sonra değiştirilemezler. Eğer nesne sabit konumdan ayrılıp, hareket ederse bu dalgalar ile olan etkileşimi farklılaşacaktır. Nesne için Süre kavramı gene geçen dalga sıralarına bağımlı olacağı için, kendi üzerinde bunu gözlemleyemez ama başka bir sabit nesne onun dalga sıraları ile daha fazla yoğunlukta kesiştiğiniz ve kendisine göre daha fazla momentum enerjisi topladığını görecektir. Hareket ile Zaman genleşmesinin de temelinde bu var. Yani Özel Görelilik.

Burtay Mutlu (shibumi_tr) 3 yıl önce 0