İnanç kavramının bilimle çatışması ya da örtüşmesi konusunun ilk olarak tekrar ele alınıp düşünülmesi gerekir.
İnanç, olgu olarak bir felsefi terimdir. Bilginin eksikliğinde ortaya çıkar ve kişiyi belirli yönlere iter. Her ne kadar insanlar günümüzde inanç sistemleri ile bilimi birbirine tokuşturmaya yönelse de burada şunu gözden kaçırdıklarına inanıyorum: kişiyi arayışa iten merak ya da şüphedir. Şüphenin kaynağı ise inançtır.
Gözlerinizi kapayın ve kendinizi ışığın olmadığı bir odada hayal edin. Etrafa baksanız da hiç bir ışık kaynağı olmadığı için gözleriniz bir işe yaramayacaktır. Peki bir his ya da bir ses size önünüzde kırmızı bir küre olduğunu söyledi, ne yaparsınız?
Üç seçeneğiniz var:
1. Kürenin olmadığına inanırsınız
2. Kürenin olabileceğine inanırsınız
3. Kürenin varlığıyla ilgilenmezsiniz ya da bilinmeyeceği kanaatine varırsınız
Üçüncü seçenek yani agnostik yaklaşımda bu konuyla ilgili gerçeğe bir kaza olmazsa asla ulaşamazsınız.
İlk iki seçenekte ise inanç sizi o kürenin varlığını sorgulamaya iter. Ne yaparsınız? Bir ışık yapar ya da bulur, oraya tutar ve kürenin varlığı ya da yokluğunu kanıtlarsınız. İnancın bilimde rolü budur, insanı yönlendirir. Ve eğer kişi açık fikirli, kanıt karşısında gerçeği kabul edebilecek olgunlukta birisiyse neye inandığı önemli olmaksızın er ya da geç hakikate erişecektir.
Bu yüzden sevgili bilim sever insanların \"inanç\" kavramının geçtiği her yoruma eksiyi basmaktansa daha hoşgörülü ve sabırlı olmasını temenni ederim.