Merhaba...
Benim de birçoğumuz gibi kafa yorduğum ve düşündüğüm bir konuya değinmişsiniz.
Konu fizikten uzak biyoloji ile ilgili bir konu olsa da, bilim felsefesi açısından ele almaya çalıştım.
Sonuçta bilim felsefesi, bir yöntem analizi çünkü. Ve Size silinmeden önce uzun uzadıya bir cevap yazdım.
Bakış açısı olarak çok farklı noktalardan ele alıyoruz. Hatalı olduğunu iddia ettiğiniz bilimcilerin değil, sizin yorumunuzdan bakmaya çalışacağım başlangıçta.
İlk başta Allahü Teala hiç bir şeyi sebepsiz yaratmamıştır.
Her şeyin bir evveli, öncesi ve sebebi vardır.
İkincisi İnsan dediğiniz varlık nedir?
Eğer et ve kemikten oluşan bu vücutlarımızla ele alıyorsanız insanı çok ama çok daraltıyorsunuz olayı.
Ruhu, bilinci olmayan bir organik madde dolu su ve yağ çuvalı bu bedenler ve biliyorsunuz ki geçici.. Ki öldükten sonra bile insan olma sıfatını kaybetmiyor. Demek ki insan olmak vücutla alakalı bir konu değil. ( Günümüzde hala bu vücutlar içinde birçok hayvanı her yerde görebiliyoruz)
Üçüncüsü, Evren, Uzay, Dünya, Doğa hiç biri insan için değildir. İnsan bunun bir parçasıdır. Üstelik (yakın zamanda paylaştığım \"kritik durum\" ilişkisi ile alırsak) her şey birbiri ile çok yakından ilişkili ve bağımlı. Yapılan her şey bir üst ve bir alt sistemdeki diğer oluşumları (sistemleri) etkiliyor. Yani siz de beni, ben de sizi, diğer herkes diğer herkesi etkiliyor. Kaos teorisyenleri durumu çok daha iyi anlıyordur.
Dördüncüsü, Evrenin büyüklüğü ve içeriği açısından ele alırsak; bu kadar büyük bir oluşumun sırf insan için ise hiç yaratılmasına gerek yoktu. Gücü ile her şeye yatan Tanrı\'nın 200 ışık yılı boyunda bir evren yaratması yeterdi. Hatta büyük ihtimalle güneş sistemi dışına çıkmadan insanlığın bu gidişle kendini yok edeceğini ya da kıyamet alimlere göre kıyamet önümüzdeki 40 ile 300 yıl içinde kopacağına göre; güneş sistemi bile yeterli...
O halde niye bu kadar büyük, karmaşık evren yaratsın ki?
Hiç bir şeyi sebepsiz yaratmadığını düşünürsek ve evrendeki yerimizi de düşünürsek; bunun salt sebebinin bizler yani insanlık olacağını sanmıyorum.
Din ile bilimin evrim konusunda çatışması, evrimi de bilimi de kavrayamamışların sorunudur. Aralarında bir çatışma ya da uyumsuzluk yok. Ama ciddi bir bilgi ve bakış açısı eksikliği var.
Bilim en büyük ibadettir. Çünkü Allah\'ı(C.C.) verdiği emirlerin sebeplerini anlamak ve mükemmelliğini kavramak için geliştirilmiş bir araçtır.
Nasıl dinden sapan ve doğru yolda olduğunu sanan sayısı çoğunluktaysa, bilimde de bilimin yolundan sapan olabiliyor.
Oysa aralarındaki fark ise sadece bakış açısı, yöntem... Ama bu yüzden insanlar çatışmalara dalıyor.
Din inanca dayalı olduğu için, bir konunun bu açıdan tartışılmasından sonuç çıkartılamaz. Yüz tane dindar insan alın, yüz tanesiniyle aynı konuları konuşun. Ayrıntılara indiğiniz zaman birbirlerinden farklılaştıklarını göreceksiniz. Bunu bin, on bin, yüz bin, bir milyon insanla yapın sonuç değişmeyecek. Asla ama asla aynı şekilde ve sistemle düşünen, hisseden ve davranan iki kişi bile bulamazsınız.
(Hadi bırakın genel konuları, dini konuları ele alın, sonuç gene aynıdır.)
Bunun nedeni dinin temel kuralları olmasına rağmen, ayrıntılarının kişiye ve durumuna özel serbesti alanında olmasından kaynaklanıyor.
Bazıları bunları toplayıp bir araya getirmeye çalışıyor ve tarikatlar, mezhepler doğuyor.
Ama gene de aynı tarikat altında bile, iki tane aynı şekilde dini ele alan ve uygulayan yoktur.
Ve bu farklılığı ispatlamanızın imkânı da yoktur. Çünkü insanları kafalarının içine girip, o esnada ne düşündüğünü bilemezsiniz.
Oysa din inanca dayalı olduğu için,iş önce zihinde biter.
Oruç gibi ibadetler de bu konuda bile insanın kendisini eğitmesi amaçlanır. (Kötü düşünmeyeceksin, bakmayacaksın, vs... Olumsuz düşünmek için kendine izin bile vermeyeceksin.)
Bunun ne düzeyde olduğunu düşünceleri kayıt altına almadığımız sürece bilemeyiz.
Bilime gelince. O farklı bir yöntem izlemiş. Öncelikle düşünce sisteminin temel ve tarafsız bir tekniğe bağlı olmasını tercih etmiş. Tarafsız demek, etki altında kalmamak demektir. Kişiye özel, farklılaşmamış yöntemler demektir. Sorgulama, doğrulama demektir.
Bir bilimci kendi istediği gibi ve istediği kurallarla bilim yapamaz. Bilim tekniğine ve yöntemine bağlı kalmalıdır. Çünkü bilim, ispatlanabilen salt doğruyu arar.
Bilimin mantığında matematiksel düşünme vardır. Bilim felsefesi de matematiğin felsefesinden türetilmiştir. Matematik sayesinde tarafsızdır.
[Belki uç bir örnek ama ilginizi çeker; hukuku ele alın. (Bizim şu anki yasalarımızı değil tabiî ki)
Hukuk mantığı tamamen matematikseldir. Hiçbir kanun, hiçbir başka kanunla çelişmez. Bunun içinde önce ana kurallar belirlenir. Yani Anayasa
(Fonksiyonlar, formüller).
Sonra bu temel fonksiyonlardan, duruma göre alt fonksiyonlar türetilir. (Yasalar)
Birbiri ile çelişmeyen yasalar, sistemi bir bütün ve güçlü kılar. Aynı zamanda adil ve adaletli.
Yeter ki ilk fonksiyonlarda bu tanımlanmış olsun.]
Bir sav önerilir. Bilimsel yollarla araştırılır. Varılan sonuç duyurulur. Ancak bunun bilimsel bilgi olup olmadığı daha net değildir. Başka birisi de aynı yol ve yöntemlerle aynı sonuca ulaşabilirse, bilimsel bilgi niteliğine kavuşur.
Tekrarlanabilir olmak, geçerli olmasının ilk anahtarıdır.
Bu nedenle bilim, inanca göre hareket etmez. İnanç kişiden kişiye farklılık göstereceği için, varılan sonuçlarda kişiden kişiye değişir.
Bu nedenle ortaya teoriler atılır ve bunun ispatı için kanıtlar aranır, kullanılır.
Şimdi bilim diyor ki, evrim vardır. Gene bilim diyor ki, tüm canlılar çeşitli nedenlerle zamanla evrim geçirmişlerdir. Kanıt olarak ta, DNA\'lardan başlayarak fosillere kadar birçok aşamayı ve değişimi tarih sırasına göre ele alıyor.
Evrim nedir?
Bir canlının başka bir canlıya dönüşmesi midir? Sonuç olarak; EVET ama mantık olarak; HAYIR.
Her canlının temel dürtüleri vardır. Bu dürtüleri ona veren her kimse bir amacı olmalı. İlk iki tanesi, yaşamak (öldürmeyeceksin emri ile bağlantılı sanırım) ve devamlılığı sağlamak (ölümsüzlük mümkün ise; değilse üremek, çoğalmak)... (Maslov\'un piramiti sosyalleşme ve bunları tamamlanması ile gelişiyor ama konumuz değil)
Bir de temelden bağımlı olduğun evrensel bir yasa var; Verimlilik.
Mümkün olan en az enerji ile en çok işi yapacağın en verimli olacağın noktada (işba-doyum noktası) gerçekleşecek bu işler. Hiç bir şey ziyan edilmeyecek (müsrif olmayacaksın, yemeyeceğini kullanmayacağını öldürmeyeceksin), hiç bir şeyi fazlasıyla almayacaksın (aç gözlü olmayacaksın, kendinde toplamayacaksın kaynakları). Sadece ihtiyacın olacak kadarı ile bu dengeyi sürdüreceksin.
Bu denge noktası elbette kritik durumda olacak hep. Şartlar değiştikçe, denge noktanda o şartlara göre değişecek. Hava soğudu ise derin kalın olmalı. Vücudun silindirik ki yüzey alanına düşen kilogram miktarı artmalı ki ısı kaybın az oldun.
Nemli ise ona göre bir terleme ve atık sistemin.
Kuru ise, su kaybını azaltacak şekilde. Koruyucu, yağlı bir deri... Isı durumuna göre vücut şekli.
Sıcak ise ince, uzun bir vücut, geniş yüzey alanları...
Dünya da da evrende de hiç bir şey sabit değil, sürekli bir devinim ve dönüşüm söz konusu. Sürekli koşullar, şartlar değişiyor.
Yaşamın sürdürülmesi için şartlara uyum gerekiyor.
Bu durumda yaşamın sürmesi için iki tane çözüm var.
1) Ya şartlar her değiştiğinde, şartlara uyamayıp ölen canlıların yerine yeni canlıları \"pat\" diye koyacaksın. Ki genel- büyük denge bozulmasın. (Gene sistemlerde kritik durum :-) Aynı işlevi yerine getirsinler (çünkü yaratılış amaçları bu sisteme, dengesine hizmet etmek)
2) a) Ya da canlıları öyle ayarlayacaksın ki, değişen şartlara uyum sağlayacak şekilde evrimleşebilsinler.
Bunun için üreme hücrelerinde her seferinde farklı özelliklerle yavru çıkacak bir random\'lu şifreleme yeterli. Her doğan yavru, diğer bir kardeşinden farklı nitelikte olacak bu sayede... Ne kadar çok çoğalırsa, genlerdeki çeşitlilik aratacağı için, meydana gelen değişimlerde, o türün bazı bireylerinin sağ çıkma ihtimali o kadar aratacaktır. Süreklilik olasılığının artmasıdır bu.
b) Veya şartlara uyum sağlayamadığı için toptan yok olan türün yerine, tüketilmeyen besinlerin tüketimine yönelik olarak bazı canlıların değişimini ayarlayacaksın.
Özellikle kapalı sistemlerde kaynak kıtlığı var ise aynı türün üyeleri birbirleri ile aynı kaynaklar için rekabet edeceğine, üremek ve çoğalmak için farklı kaynaklara yönelmeli. (Galapagos adalarındaki ispinoz ve kaplumbağa çeşitliliği gibi
)
Zaten şartlar değişince bir türün tüm canlıları dönüşmüyor. 1 milyon tanesi varsa, bunun 1000\'de 1\'i, mesela 10 tanesi dönüşüyor. Eh... Bir kaç bin yılda sayıları da artıyor ve gene çeşitleniyorlardır. (İnsanlık bile 200 bin yılda tek bir adamın soyundan 8 milyar sınırına geldi.)
Eğer siz maksimum verimlilik esasına dayalı bir sistem çalıştırıyor olsaydınız hangi yöntemi tercih ederdiniz?
(Sonuç olarak; EVET. Mantık olarak; HAYIR.) Bütün sistem, her şey kaynakların dengeyi koruyacak şekilde üzerine
İşte bilim bu nokta da evrimi destekliyor. Kanıtlarda bunu doğruluyor.
Zaten yaradılış açısından da bir sorun yok. Olamaz da
Zamandan mahfuz bir yaratıcı için, milyarlarca yıllık bir süreç, sadece bir andır.
Eğer yaratıcı bu süreci; (sebepler ve sonuçlarla )nedenleriyle birbirine bağlanmışa (yani her şeyi sebebi ile yaratmışsa) ve hem ilk hem son sebebin, kendisine ulaşmasını dilemişse
Hiç mi hiç çatışma çıkmaz.
Üzerinde düşünmeniz gereken konu; Evrimin var olup olmadığı değil.
İnsanın daha doğrusu bilincin ve ruhun ne olduğu üzerine olmalı. Ve insanın bu dünya da nasıl bir hayat sürmesi gerektiği üzerine olmalı.
Eğer bu konuda ister bilimsel verilere, ister dini bilgilere bakın temel noktalarda hatta birçok ayrıntıda hiçbir farklılık olmadığını görürsünüz.
(Bir arada yaşayabilmek için, kaynakların doğru kullanılması için, sosyal refahın artırılması ve kaliteli bir yaşam sürdürmek için gibi birçok temel soruyla başlayabilirsiniz.)
Saygılar