Bana göre, fazla karmaşık bir yol, evrenin genişlemesini anlatmak için.
Bilim felsefesi ile ele alındığında (Karl Popper bu konuda rehber niteliğinde bence) işin içine bir miktar hayal gücü de katabiliyorsunuz. Çünkü günümüzde bilim, sadece elle tutulabilir ve net sonuçlar (deneye tabi tutulabilir, tekrarlanabilir ve aynı sonuçları verir) bilgiler üzerinden gelişimini sağlıyor. Bilimin tarafsızlığı ve kesinliği açısından güvenrilik sağlasa da bu yaklaşım, 18. ve 19. yüzyıllardaki fen bilimlerindeki keşiflerin önemli bir çoğunun günümüzde tekrarlanmamasını da açıklıyor. Bilim ve felsefe ayrılıp, bilimsel düşünce varsayımları bile matematiksel verilere bağımlı kalınca, farkı bakış açıları geliştirme alışkanlığı ve yöntemleri de güdükleşti.
Einstein ile Uzay-Zaman dokusunun ayrılmaz bir bütün olduğunu gördük. Biri olmadan diğerini düşünmek, bu durumu açıklamak bilimsel bilgilerimizle mümkün olmuyor.
Sorunuza gelirsek, Olabilir ve bence mantıklı gerekçeler getirilebilinir. Özellikle çoklu evrenler yaklaşımı altında çok daha mantıklı olabilir.
Şahsi yanılgı olarak kabul edilmek üzere, bence, "Uzay, her zaman vardı". Büyük patlamadan önce bile ... Ama "Zaman" büyük patlama ile oluştu.
Çoğumuz Zaman'ı soyut bir kavram olarak ele alıyoruz. Bu konuda farklı bir yaklaşımım var. Onu daha somut olarak kabul ediyorum. Dalgasal formda...
Evren'i kuanta denilen enerji paketçiklerinden oluşmuş engin bir denize benzetiyorum. Büyük patlamayı ise bu denize atılmış bir taş gibi bir etki sonucu oluşan duruma...
Basınç altında Süper ısıtılmış sıvılarda, moleküllerin hepsi o kadar enerji yüklenir ki her molekül titreşimi ile diğerini kısıtlar ve toplam sistem gözlemciye göre durgun, sakin gözükür. Ancak ufacık bir etki, bir toz tanesi bile bu simetrik ve düzenli yapıya dahil olduğunda simetri kırılır ve kırılmanın olduğu yerlerde sıvı harekete geçer, kaynar...
Büyük patlama öncesi enerjinin de benzer durumda olduğunu düşünüyorum. Bir etki ile bu simetri kırılmaya başlıyor ve kırılan yerlerdeki muazzam enerji açığa çıkıyor.
Ancak bu açığa çıkan enerji bir bomba patlaması gibi değil. Daha çok denize bir taş atımı ile oluşan dalgalar şeklinde etrafa yayılıyor.
Böylece bu "dalganın genişlediği alan", bizim bildiğimiz evreni oluşturuyor.
Zaman ise bu genişleme esnasında simetrisi kırılmış alan ile simetrisi daha kırılmamış alan karşılaştığında oluşan tepkisel bir yansımadan oluşuyor.
Yani evren genişlerken, genişleme kıyılarından içeriye doğru çok hafif bir dalga yansıması oluyor.
Bu dalgalar sadece simetrisi kırık alana yayıldığından, bu alandaki doku ile kaynaşarak uzay-zaman dokusunu gerçekleştiriyor.
Bu yaklaşımda, karanlık enerjiye gerek kalmıyor. Çünkü uzay-zaman dokusu bir süper akışkan niteliğinde oluyor.
Süper akışkanlarda ise içteki basınca (ki bunu evrenimizin ortalama enerji yoğunluğu olarak kabul edebiliriz) bağlı olarak, nesnelerin birbirini çekmesi ya da birbirinden ayrılması tamamen aralarındaki mesafeye ve akışkanın akışknalık düzeyine bağlı.
Bu mesafeye kritik mesafe deniyor.
Aslında kritik mesafe, bir uzaklık değil. Bir oran. Kütlelerin büyüklüğüne ve aralarındaki mesafeye göre değişiyor.
Eğer iki nesne arasında bu kritik mesafenin üstünde aralık var ise, akışkanın basıncı bunları birbirinden ayrı yerlere sürüklüyor.
Eğer bu iki nesne arasındaki mesafe kritik mesafenin altında ise bu iki nesne arasındaki akışkan basıncı daha düşük olduğu için, bu iki nesne birbirine yaklaşıyor.
Çünkü akışkanlar dar bir geçide girdiklerinde akışkanın hızı artıyor ama buna mukabil basıncı düşünüyor.
Mesela şırınga iğneleri, hidrolik pistonlar, denize atılmış çöplerin bir araya gelmesi, bu ortak akışkan özelliğinin sonuçlarından.
Sorunuza istinaden, Eğer evrene dışarıdan bir enerji girişi oluyorsa, evrenin ortalama enerji yoğunluğunun ve onun yansıması olan arka plan ışımasının (ısı) artması yönünde bulgular lazım. Eğer böyle bir durum var ise bence söylediğinizi çok ciddi düşünüp, araştırmak gerekir.