Sadece görüş olarak; Büyük patlama öncesinde ve hatta şişme dönemine kadar enerjinin çok küçük paketçikler halinde, tekillik dediğimiz bir şekilde oluğunu düşünüyorum.
Çok küçük paketçikler, çünkü evrendeki her şey hep daha küçük alt birimlerin birleşmesinden oluşuyor. Atom altı düzeyden, yıldızlara kadar. Evreninin her yerinde kullanılan ve tekrarlanan bir matematiksel yapının, enerji için geçerli olmaması, bence tuhaf. Üstelik çok küçük birimlerden oluşmak, akışkanlık, depolama, ortama uyum gibi ciddi avantajlarda getiriyor.
Tekillik, çünkü boyutlar yok.
Bu durumdaki enerjinin durumu, sabit , hareketsiz olmalı. Isı kavram olarak bu dönemde anlamsız. Süper ısıtılan veya soğutulan maddelerin atomlarının hareketleri çok düşüyor. Birinde harekete yeterli ısı olmadığı için, diğeri ise aşırı ısıdan birbirini engelleyen (tutan) atomların durumundan. Bunlarla ilgili deneyler internet ortamında var. Saf suyu mikrodalga ile ısıtıyorlar. Moleküller o kadar titreşiyor ki, kabın içinde sıkışmış olarak birbirlerini ite-ite sabitliyorlar. Enerji potansiyelinden, hepsi hareketsiz. Bu gene aşırı soğutulmuş sudaki hareketsizlik durumuna benziyor.
Ne zamanki aralarındaki bu denge bozulup, bu simetrileri kırılıyor. Zincirleme olarak bu denge durumu büyük bir enerji hareketliliğine neden oluyor. Hızla kristalize olup donuyor ya da kaynıyor.
Büyük patlama esnasında da enerji paketçiklerinin durumu benzer olmalı. Bir şekilde, basit bir etki ile zincirleme olarak olaylar zinciri başlamış.
Böyle bir durumda ilk yapılan şey, açığa çıkan bu güç ile bulunulun ortamı genişletmeye çalışmak olmalı. (Kaynama gibi) Ancak belli bir çıkış noktası olmayınca, bu kuvvet homojen olarak ortam sınırlarını zorlamış olmalı.
Bu şekilde titreşme için alan sağlanırken, mevcut statüsü bozulan enerji paketçiği sayısı artınca, ortam sınırını genişletmek için yaptıkları basınca rağmen, ortamın aynı oranda genişleyemeyince (ki ortamın bütünlüğünü sağlayan sınırın da enerji paketçiklerinden oluştuğunu düşünüyorum, daha çok esnek bir zar gibi... ) Sistemin fiziksel bir biçim değişikliğine yöneldiğinin düşünüyorum...
Bu tür bir değişimi, varsayımsal eşdeğerlisi olarak, küreden torusa dönüşüm olarak ele aldım. Çünkü (tam matematiğini hatırlamıyorum ama) hacim-yüzey alanı değişim ihtiyacına torus güzel cevap veriyor. (İlk kullandığımda, Hintli quantacılar beğenmişti.)
Yüzey alanındaki artış oranına göre daha geniş bir hacim sağlanıyor.
Ayrıca, ilk baştaki denge bozulmasında enerji dağılımını merkezden yayılan bir dalga olarak düşünürsek (küre aşamasındayken), dalganın ilk aşamadaki sınıra gidip geri dönmesi ve tam merkez odak noktasında yoğunlaşması durumunda, bu kuvvetin sistemi zorlayacağı şekil gibi gözüküyor torus…
Torus’un fiziksel yapısının enerji akışındaki sürekliliği desteklediğini düşünüyorum…
Bu dönüşüm/kırılma esnasında uzamsal boyutların oluşması mantıklı geldi bana. Çünkü önceki durum ile sonraki durum arasında meydana gelen en ciddi değişim an’ı… Enerji paketçiklerine, en azından bir kısmına da bu değişimin bir etkisi, yan ürünü olmalı…
Bu durumda (uzamsal ) boyutlar, bu enerji paketçiklerinin titreşebildiği alanlar oluyor. Ancak başka bir enerji paketçiği titreşimi ile sınırlanmış durumda. (Metro çıkışındaki, birbirini iterek/ takip ederek merdivenden çıkmaya çalışan yolcular gibi)
Zaman’ı neden-sonuç ilişkilerinin bir parçası (kullandığımız kavram) yerine, enerji paketçiklerinin sürekli engellenmeden hareket edebileceği bir koridor olarak ele aldım.
Bir bakıma maraton koşucuları gibi, koşabildiğiniz sürece sizi engelleyen yok. Ama (ne yazık ki) önünüzdeki koşucu da sizinle aynı hızda… Sonsuza kadar bu şekilde koşabilirsiniz…
Bu açıdan bakınca, şişme olayında genişleme hızının ışık hızından farklı olması rahatsız edici değil. Zaten ışık hızı daha doğrusu “C” bizim evrenimizin bir iç sabiti.
(Bana göre bir hızı değil, taşınan bir enerji düzeyini temsil ediyor.)
Einstein mevcut olan bir durumu anlatıyor. Hiçbir şey ışık hızından hızlı olamaz derken evrenin genişlemesi ile bir bağlantı kurduğunu sanmıyorum.
Zaten bağlantısızlarda..
Şöyle canlandırın kafanızda, akışkan bir ortamınız var. Bu ortamı çok hızlı genişletme imkanınız var. Genişleyen ortamda hemen akışkanınızla hemen doldurulacak .(ki kuvvet iletiminde hiçbir sıkıntınız, kopukluğunuz olmayacak, yoğunluk değişmeyecek)
Şimdi siz akışkanda bir dalga oluşturduğunuzda, dalganın ilerleme hızının ele alalım.
Akışkandaki dalganın ilerleme hızı ortamın derinliğine, yoğunluğuna, dalganın enerjisine, vs. göre bir sabitte kalacaktır. (maksimum)
Ortamı genişlettiğiniz de diğer şartlar aynı olduğu sürece, dalganızın hızı da aynı olacaktır.
Ortamın genişleme hızı, ortamın iletim hızını etkilemez.
Bence bizim hatamız “C” nin doğru tanımını bilmiyor oluşumuz. Onu sadece ışık hızının simgesine indirgiyoruz.
Not: Sadece C’nin ışık hızından daha fazla bir bilimsel anlamı olduğunu biliyorum ama ben de daha fazlasının bilmiyorum.