Almanca ile İngilizce arasında bazı yazılışı ve okunuşu benzer (kök) kelimeler vardır.
Haus-House, Schule- School, der Student-Schüler-Student , Schwert-Sword, Feind-foe , vs. vs... Bunlar, Hun akınları ile İngiltere adasına kaçan Germen kabilelerinden Saxonların, daha o zamanlarda bu kurumları oluşturduklarını gösterir.
Ancak Avrupalı bir çok dile Latince ve Germence iz bırakmıştır. Bu yüzden bir olguyu anlatırken, durumu tanımlayacak kelime sayısı da değişkenlik gösteriyor.
Mesela Savaş ve ilgili kavramlarını anlatan Türkçe kökenli kullanılan kelime sayısı, İngilizce'den çok çok daha düşüktür. Savaş hileleri-terimlerinde bu durum çok daha açıktır.
Bir dilde toplum yaşamının nasıl olduğu da, kelime yapılarını ve çeşitliliğini etkiler. Arapların çölün, Eskimoların kar'ın , Denizcilerin gemilerin ve denizin yüzlerce çeşitli durumunu, ayrıntılarıyla tasvir etmek için ürettiği ve kullandığı kelimeler gibi...
Göçebe kavimlerde, güncel yaşama ilişkin kelimeler ağırlıktadır. Zor bir yaşam şekli olduğu için, soyut kavramlara çok vakit kalmaz, Bu yüzden düşünce yapıları da düz ve net'dir. (Dilin düşünce yapısını ve ruhu biçimlendirmesi)
Mesela, İstanbul Türkçesi ile Çine kadar gidip, aç-susuz, yorgun olduğunuzu herkese anlatabilirsiniz. Ortak kök ve benzer seslerden dolayı, zorluk çok çıkmaz.
Ama Türk dilinin kullanım alanları ve kökeni konulu bir tartışma yapamazsınız. Soyut kavramlarda yerleşik hayat özellikleri öne çıkar.
Soyut kavramların gelişimi Zamana ve yaşamın ihtiyaçlarından ortaya çıkar.
Örneğin şehirleşme olgusuna bakalım: Almanya'da aynı aile soyunun 600 yıldır oturduğu evler varmış, (gerçi serflik sisteminin de bunda katkısı oldu ama...). Şehirleşme ve toplu yaşama yönelik alışkanlıkların - kavramların gelişmesi ve yerleşmesi için iyi bir süre...
Bize bakınca, biz hala göçmen toplumuz. Sadece yaşam tarzı olarak değil, savaşlarla diğer bölgelerden göçenlerle, ülke içinde bile gelişmişlik farkları nedeniyle iç göç çok fazla... Kaç kişi 4 ve üstü kuşak öncesini biliyor ki?
Sonuç, kentlileşememiş, toplu yaşama adapte olamamış ilkel yaratıklar ve aileleri hala hakim.
Toplumuzun gazetelerde gördüğümüz bir çok olumsuz haberi de bu hamlıktan kaynaklanıyor.
Foça, Urla hafta sonları tam bir Cehennem, millet geliyor, denizi görünce mangalı açıyor, içiyor, yiyor ailece gidiyor.
Geriye yaşam alanlarına bıraktığı çöpler kalıyor. Aynı kültürü İzmit otogarında da gördüm. Belediye otobüs otogarı çıkışı çöp tenekesi yarı yarıya boş ama etrafında yerlerde yüzlerce yarım litrelik pet su şişesi vardı. Kefken-Kovanağzı kıyıları da, Ege kıyıları gibi doğa-yaşam düşmanının işgali altındaydı.
Dil ve özellikle kendi dilini ve kavramlarını bilmek, diline sonradan girmiş ve yerelleşmiş kavramları anlamak bu yüzden çok önemlidir. Zaten kendi dilinizdeki kelimeyi ve kavram karşılığını bilmiyorsanız, kullanamıyorsanız, başka yabancı bir dili anlamak ve kavramlarına aşina olmak o derece güçleşiyor.
Dil bilimci değilim. Hatta bu konuda meraklısı bile değilim.
Sadece ana dilimin, kendim ve toplumum için ne önemi olduğunu sorgulayan bir basın çalışanıyım.
Diller hakkında araştırma yapacağınız zaman yelpazeyi biraz geniş tutun. Tarihteki toplum ve kavram hareketlerine bakın.
Mesela kültürümüzde güçlü izleri olan Tasavvuf anlayışı, Araplarda pek yok. Olanlarda, tuhaf yorumları (bana göre tabii)... Çünkü bu felsefenin gerisinde en az 3000 yıllık Asya kültürlerinin kaynaşmış, özümsenmiş kavramları var. (Şu an Çin'e mal ettiğimiz çoğu şey'in mesela dövüş Sanatları, kaynağı aslen Hintli... Hint felsefeleri, güçlü nüfuz ve uyum yeteneğine sahipler.
Sanırım sorunuza ancak düşünürseniz bulabileceğiniz dolaylı bir cevap verdim. Kusura bakmayın.
Ana dilinize ve kavramlarına hakim olduğunuz ölçüde, yaşamınıza giren şeyleri anlayıp, tanım getirebilirsiniz.