İlk sosyoloji kitaplarından ibn-i Haldun'un eserlerinden aklımda kalanlar (Mukaddime- ilk bölüm), Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) Anadolu Medeniyetleri üzerindeki inceleme kitaplarından, ve adını-yazarını hatırlamadığım kitaplardan aklımda kalanlar üzerine:
Üretim yöntemleri ve araçları, toplumun sosyolojik yapılanmasını da belirler. Üretim araçlarının sahipliği ise yönetim biçimlerini ve dinleri şekillendirmiştir.
Avcı toplayıcı klan bireyleri, doğa üzerindeki kısmi etkilerini göz önüne alarak, tüm dünyayı ve doğayı da bazı kuvvetlerin şekillendirdiğine karar vermiştir. Bu kuvvetlerle işbirliği, en azından uzlaşma yaparsa, daha az zarar göreceğini, fayda göreceğini düşünmüştür. ilk doğa dinlerinin temelinde bu var.
Ölüm, bir son gibi gözükse de, bilinmezlik içermesi nedeniyle korkulan bir olgu olmuş. Üstelik ölen varlığın anılarını ve etkilerinin sürekliliği, ölümden sonra varlığında sürüp sürmediğini sorgulamaya itmiş. Böylece ölenlerin canlı kalan anılarından yola çıkarak, atavizm de başlamış.
Avcı toplayıcılıktan, göçebe toplumlara geçişte, kan birliğine bağlı olarak ortak dinsel figürlerde ortaya çıkmış. Böylece doğa dinlerindeki doğa ruhları-tanrıları, şekil değiştirip, atavizm ile karışıp, klanlara has totemlere dönüşmüşKlan birliği, bireyselliğin önüne geçtiği için, iş bölümü karşılığında da sosyal statü ve dereceler başlamış. İlk soyluluk kavramları bu dönemlere denk geliyor.
Yerleşik hayata geçişle, sosyal statüler güçlenmiş, İş bölümü artmış. Sonuçta üretim araçlarının sahipliği ve soyluluk, bu kişilere özel yönetim modelleri koymuş. ilk şehir devletler, türedikleri kültürün dini motiflerini taşırken, kendilerine has koruyucular da 8şehir tanrıları) geliştirmiş, iş korunmaya gelince, her sınıf, her meslek alanı, her aile için farklı koruyucularda gelişmiş.
Ancak bu kadar çeşitlilik, özellikle büyüyen şehir devletlerinde toplum üzerindeki kontrolu zayıflattığı için, dini figürlerin sayısı azaltılırken, bu figürlerle iletişim kurmayı sağlayacak aracıların (tapınak rahip ve rahibeleri) konumları güçlenmiş.
Krallıklar döneminde, tanrı sayısı azaltılıp, tüm toplumlara genelleştirilmiş. İmparatorluklardan sonra ise tek tanrılı dinler ve onların bakış açıları toplumlara hakim olmuş.
Endüstrileşme ile üretim araçlarının ve yöntemlerinin değişmesi (lord-kont-dük-ağa-bey, vs,den burjuva-soylu olmayan ama paralı esnaf-tüccar' a geçiş) ile dinsel yaklaşımlarda çeşitlenmiş, Özellikle üzerlerindeki hakim, katı yaklaşımlar yumuşatılarak toplumlara, iş yapma ve üretme kapasitelerini destekleyecek normlara getirilmiş.
Bu dönemden sonraki gelişmeleri tahmin edebilirsiniz. Başlangıçta, dünya'yı ve doğa'yı insanlığın emrine amade, onun için yaratılmış olarak kabul eden, doğa ile savaşmaya va onu yenmeye dayalı bakış ve bunu destekleyen dinsel doktrinler, son 50 yıldır, artan insan nüfusu ile tükenme noktasına gelen ve insanlığı da tükenme ile tehdit eden doğa ile uzlaşma- beraber yaşama doktrinlerine yönelmekte...
Bütün bu süreçte, "Ruh" her toplumda, insanın ölümden sonra kalan anılardaki canlılığından dolayı hayat bulmuş.
Ancak bunun dünyanın her yerinde aynı anda olup olmadığını bilemem. Çünka Amerika kıtasına giden homo sapiensler 15-20 bin yıl önce bu düşünceleri de yanlarında götürmüş olmalılar.
Polinezya- Yeni Zelanda gibi bölgelere ilk yerleşim 50 bin yıl kadar gerilere gidebiliyor.
Tarih boyunca insanlık bu kadar kalabalık değildi zaten. Son bin yıldır toplam ortalama 500 milyon civarında olan insanların sayısı ancak endüstri devri ile artmaya başlamış.
DÜNYANIN NÜFUS TARİHİ
MÖ 4000: 5 milyon
MÖ 1000: 50 milyon
MÖ 0: 100 milyon
500: 200 milyon
1000: 250 milyon
1500: 350 milyon
1800: 900 milyon
1900: 1.65 milyar
2012: 7 milyar
* MÖ 4000 yıllarında ilk yerleşik tarım toplulukları ortaya çıkana kadar dünyanın nüfus'u hep 10 milyonun altındaymış.
Bu durumda ilk göç edenlerin dünya ve doğa ile ilgili düşüncelerinin ortak bir ata düşünceden kaynaklanıp, dağıldığını düşünmek daha makul gibi...