-2

Foton nedir? Neden ve nasıl oluşur?

Necmi Tüfek 7 yıl önce 84
-4

Foton (ışık) oluşması, cismin veya parçacığın öz kütlesinde bir azalma, eksilme meydana getirir mi? Kemal Bey, Bu konuyu sadece sizin ve ayakları yere sağlam bassın isteyen buradaki pek az arkadaş için ele almak istiyorum. Her okuduğuna hemen inanmayan, kendi mantık süzgecinin kabul etmediği şeyleri araştırıp emin olmak isteyen insan tipisiniz. Bu iyi bir şey. Benim yazdıklarımın çoğunu anlamadığınızı söylemiştiniz. Bu çok normal. Çünkü yeterli bilgi olmadan insan mantığı kabullenme eğiliminde olmaz. Bilgi arttıkça her şey yerine oturur. Tatile çıkacağımı söylemiştim. Benim tatil anlayışım; deniz kıyısına gidip güneşlenmek değil. Mutlu, huzurlu, stres ve sıkıntıdan uzak geçirilen zamanlar demektir. Yani aslında bu sitede bir daha yazmayacağım anlamına geliyor. Çünkü insanlar bilgi edinmek, paylaşmak istiyorlarsa bunu bilimsel verilerle yaparlar. İnatlaşarak, bilimi eğip bükmeye çalışarak kimse hiç bir yere varamaz. Konuya gelirsek; Foton hareketten oluşur. Yani, kütle kazanıp varlık bulan her parçacık bunu momentum (hareket) sayesinde gerçekleştirir. Momentum olmazsa parçacık veya madde olmaz. Yani hareket madde için bir zorunluluktur. Hareket ise en düşük düzeyde bile olsa foton yayar. Hareketin göstergesidir. Mutlak sıfırın üzerindeki ısı derecelerindeki her cisim foton yayar. Bu foton yaymak tercihli bir şey değil, mecburi bir durumdur. Bunu şöyle örnekleyebiliriz; Bir yerde sıcak bir alan vardır. Başka bir yerde daha soğuk bir alan vardır. Isı her zaman sıcak olandan soğuk olana doğru hareket eder. Biz buna rüzgar diyoruz. Rüzgar, ısının bir yerden başka bir yere akmasıyla oluşur ve bunun için hiç bir yerden hiç bir kütle harcanması gerekmez. Sadece hareket yüzünden meydana gelir. Foton da aynı buna benzer şekilde, sadece hareket yüzünden meydana gelir ve hareket eden parçacık veya cismin öz kütlesinde bir eksilme, azalma meydana getirmez. Düşük sıcaklıktaki cisimlerin fotonları uzun dalga boyundadır. Bizim görebileceğimiz dalga boyundaki ışık belirli bir sıcaklığın üzerindeki maddenin hareketi sonucu meydana gelir. Yani sıcaklık arttığında fotonların enerjisi de artar. Hızları ışık hızında olduğu ve değişmeyeceği için onu daha da hızlandırmak isteyen enerji, hız yerine daha çok potansiyel kütle yüklemiş olur. Bu yüzden çok enerjik fotonlar bize çarptıkları zaman belirgin bir sıcaklık hissettirirler. Güneşimiz bize enerjik fotonlar gönderir. Bu enerji onun üzerindeki parçacıkların kütleçekim yüzünden sıkışıp ısınması sonucu meydana gelir. Yani sıcaklığı sağlayan kütleçekimdir, bu sıcaklığı bize aktaran fotonlardır. Fotonların enerjileri hiç bir şekilde güneşin kütlesinde bir azalma sonucu ortaya çıkmış değildir. Zaten, kütle yok olması sadece madde-antimadde çarpışmasında olur. Güneşin üzerindeki nükleer reaksiyonlar madde-antimadde meydana getirecek kadar enerjik değildir. Sadece füzyondur. Füzyon sonucunda güneşin toplam kütlesinde bir kayıp olmaz. Sadece atomların, daha çok parçacıklı atomlara evrilmeleri, dönüşmeleri yüzünden, atomu oluşturan parçacıkların yörüngelerinin daralması sonucu daha az enerjiye ihtiyaç duymalarıdır. Bu kütle kaybı değil, yörünge kaybıdır. Güneşin kütleçekimi bu yörünge kaybını devamlı hale getirir ve atomlar demir atomu oluşuncaya kadar füzyona maruz kalırlar. Bu füzyon durumu aslında (yokuş aşağı) bir durumdur. Yani madde de zaten kütle ve enerji denkliğini en iyi sağlayacağı demir atomuna dönüşmek ister. Bu yüzden demire dönüşünceye kadar füzyon hep fazla enerji meydana getirir. Ama demirden sonraki element oluşumu (yokuş yukarıdır) Yani artık füzyon olayı demirden sonra enerji meydana getirmez aksine enerji çekip, daha fazla nötron üretme yoluna gider. Çünkü demirden sonraki elementlerde protonların dengesini sağlamak için daha fazla nötron gerekir. Bu yüzden demirden sonraki füzyon enerji vermez aksine enerji alır. Tüm bu süreçlerde güneşin toplam kütlesinde hiç bir değişim olmaz. Yani, kütleçekimi değişken değildir ve gezegen yörüngeleri hiç bir zaman güneş yüzünden değişmeyecektir. Ama en küçük bir kelebek etkisi milyonlarca yıl sonra çok büyük değişiklikler meydana getirebilir. Yani, gezegenlerin yörüngelerinde değişiklik oluyorsa veya olacaksa bunun nedeni güneşin kütleçekimi değildir. Güneşin kütleçekimi var olduğundan bu yana hiç değişmemiştir ve daha sonra da değişmeyecektir. Bazı kurumlar bizim ülkemizde kendileri bilim üreticisi olmadıkları için dışarıdan hazır gelmiş bilgileri inceleyip tekrar düzenleyecek durumda değildirler bence. Bu yüzden de pek çok yanlış şeye imza atabilirler. Kimse, kimseyi eleştirip (neden buna imza attın?) demez. Bizde, birbirini denetleyen kurumlar pek oluşmamıştır. Yani aslında yanlış yayınlanmış pek çok bilgi ortalıkta dolaşmaktadır. Ben bu yüzden internette yazılı olan bilgilere pek itibar etmem. Çok gerekirse (o da mantık süzgecinden geçirmek şartıyla ve kendi bilgimle tartarak) kullanırım. Evet…Yukarıda söylediğim gibi, sıkıntı ve stres iyi şeyler değil. Hele benim gibi yaşı oldukça ilerlemiş insanlar biraz daha duygusal olurlar ve daha çok etkilenirler. Bir insanın ismini bile görmek sizin sinirinizi anında zıplatıyorsa ne kendinize ne de başkalarına pek bir faydanız olmaz. (Bu yüzden bazı konular amacından uzaklaşıp gereksiz tartışmalarla kaynayıp gittiler.) Ben sadece bildiklerinin bir işe yaramasını isteyen ve bu yüzden bu sitede yazan sıradan bir insanım. Bu işi ücret karşılığı yapmıyorum ve üstüne üstlük bir de kendi sağlığımın bozulmasını ya da sıkıntılı stresli zamanlar geçirmeyi istemiyorum. Yukarıdaki konu eğer hala anlaşılmadıysa biraz daha ayrıntıya inebiliriz ama ben bundan sonra sinir stres olmadan hayatımı sürdürmek istiyorum. Sanırım bunun için beni suçlamazsınız. Sevgiler ve saygılarımla…

Necmi Tüfek 7 yıl önce 0
0

Öncelikle haklısınız sinir,stres ve baskı tarzı duygular insanın zihinsel ve psikolojik durumlarına dolaylı etki edebiliyor. Aslına bakarsanız yazdıklarınızın doğru olmadığını düşünenler bunu doğru bir üslup ile dile getirebilirler. Ama verimsiz tartışmalara hiç gerek yok, bunun ne savunana ne de eleştirine faydası var.Şunu da bilmek gerekiyor; " Tartışmalar, kimin haklı olduğunu gösterir. Argümanlar ise neyin doğru olduğunu. Sanırsam bu platformda ki çoğu insanın sorunu bu ikisi arasında ki farkın ne demek olduğunu bilmeyişi. Tartışmak demek kazanmak ya da kaybetmek demek değildir. Tartışmak demek; belirli bir konu hakkında kimin doğru olduğu ya da neyin doğru olduğunu anlamak, analiz etmek demektir. Bu süreç doğru işlediğinde en büyük kazancımız; kimin doğru ya da neyin doğru olduğunu anlamaktan çok, ufuk açacak yeni soruların doğacak olmasıdır. Benim kafamda kurgulayamadığım tek nokta 6.parağrafın belirli noktaları. Mesela atomlardaki orbital seviyelerinin farklı enerji seviyelerini tespit ettiğini biliyorum. Fotonun atoma çarpması sonucu, atomun elektronun düşük enerjili orbital seviyesinden büyük enerjili orbital seviyesine geçiş yaptığını ve daha sonra eski haline döndüğünü biliyorum. Hatta bu durum fiziksel dünyaya " ışınım, ısı " olarak veriliyor diye biliyorum internetteki kaynaklara göre. Acaba bahsettiğim parağrafı kafamda kurgulayacağım basitlikte ve mümkünse metafor içeren bir üslup ile ele alabilir misiniz ? Müsait olduğunuzda tabi istediğiniz zaman cevap verebilirsiniz. İyi tatiller.

Kemal ( Bay Hiçkimse ) 7 yıl önce 0
0

Sayın Necmi Tüfek veya Sevgili Necmi Bey, Öncelikle, kararlı bir şekilde ifadenizi sürdürmenizden dolayı ve ileri sürdüğünüz dayanak ve argümanlar için teşekkür ederiz. Fizik dünyasında genel bilinenin aksine bir ifade bulunmanız ve bunun üzerinden devam etmeniz, bize araştırma-sorgulama ve yeni alternatifler arama imkanı verdi. Sayenizde bir çok kişi, yıldızlardaki termonükleer süreç hakkında, eskisinden daha donanımlı oluyor. Bu nedenle, bize bir şeyler öğretmek için bilinçli bir seçim yapıp hareket ettiğinizi düşünüyorum. Çoğumuza, çoğunluğun aksine bir düşünceninde , sadece doğrulanırken değil, yanlışlarken de öğretebileceğini gösteriyorsunuz. (Diğer yandan yaklaşımınız, dolaylı yoldan, yaklaşımımı destekliyor. Son zamanlarda kendi varsayımım açısından olayları ele almamdan duyulan rahatsızlık nedeniyle, güncel fizik üzerinden tartışmalara katılmaya çalışıyor olsa da... Güncel fiziğin kimi konularda tıkandığı veya kararsız kaldığını düşünüyorum.) Yaklaşım olarak bence; Kütle; salt katı, sayılabilen, elle tutulan, parçacıktan oluşan bir oluşum değildir. Kütle, bir alandır. Enerji tarafından işgal edilmiş bir uzay alanıdır. Uzay alanı olduğu için, "zaman" ile ister istemez etkileşime girmekte ve bildiğimiz kütleli yapıya dönüşmektedir. Bir atomun kütlesini ölçtüğümüz zaman, torbaya doldurulmuş demir bilyelerin sayısı gibi, içindeki tüm parçacıkların toplam kütlesini ölçmüyoruz. Bu parçacıklar arasında bağ oluşturup, onları bir arada tutan alanın etkileşimini ele alıyoruz. Çok eski bir yazımda, "nokta>doğru>alan>hacim>kütle" şeklinde özetleyeceğim bir sıralama yapmıştım. Bunları enerji paketçiğinin-paketçiklerinin, "boyutsuz tekil durumdan, bir boyut üzerinde titreşmesi>iki boyut üzerinde titreşmesi> üç boyut üzerinde titreşmesi ve sonunda dört boyut üzerinde titreşmesi" olarak ifade etmiştim. Bunu vermemdeki amaç, kütle tanımını 3 boyutlu bir örnek üzerinde tanımlamak için altlık olması. Elimizde bir torba dolusu demir bilye var. Bunları havaya attığımızda (hava burada uzay-zaman dokusunu temsil ediyor) ölçtüğümüz basınç sadece bilyenin hacmi (burada işlevi; kütle yerine hacme indirgiyorum; 4 boyuttan > 3 boyuta) ile orantılı basınç olacaktır. Tüm bilyeleri büyüklüklerine göre, teker teker atıp, hepsinin basıncını topladığımızda elde edeceğimiz rakama G1 diyelim. Ardından tüm bilyeleri bir yüzey üzerine dağıtıp aralarında bağ kurarak (mesela bilyelerin hepsinin herhangi bir eksenleri güçlü manyetik özellikte olsun veya kırılmaz japon yapıştırıcı ile yapıştırılsınlar.) bir yüzey elde etsek (burada işlevi hacimden, alana indirgiyorum; 3 boyuttan >2 boyuta) ve hepsini birden havaya bıraktığımızda ölçeceğimiz toplam basınç rakamı G2 olsun. Bizim (benim) yaklaşımımızda, G2>G1 diyoruz. Atomların içindeki parçacıkları bir arada tutan enerji bağlarınında, uzay-zaman dokusu ile etkileşime girip, parçacığın kütlesinin içinde yer aldığını düşünüyoruz. Sizin kütle kaybolmaz yaklaşımınıza göre ise bu bağların hiç bir "değişken" değeri yok. "-Bir öncekinde de bağ vardı, bir sonrakinde de bağ var. O halde bunlar değişmemiştir. Eh... Parçacık sayısı da aynı, o zaman kütle kaybı olmamıştır", şeklinde ele alıyor gibisiniz. ( Yanlış anladıysam düzletirsiniz, hatalı isem şimdiden özür dilerim.) Oysa parçacıklar büyüdükçe, onları bir arada tutan bağ ve dolayısı ile enerji ihtiyacı da artıyor. (Sanırım demir sonrası tüketim bundan kaynaklanıyor.) Daha çok parçacık, daha geniş bir uzay alanının titreşen parçacıklar ile işgali demek. Bu da daha geniş bir alanı bir arada tutacak, daha çok, enerji ihtiyacı demek. Yani hidrojeni bir arada tutan ve kütlesinin bir kısmını veren alan ile kurşunu bir arada tutan ve kütlesini sağlayan alan, enerji içeriği olarak aynı düzeyde veya eşit dahi değiller. Hatta buradan, bir kilo kurşunun parçalanması ile elde edilecek enerjinin, bir kilo pamuktan (karbon bileşikleri-selüloz) elde edilecekten çok daha fazla olacağını da iddia ediyorum. (İddia; çünkü mantık çıkarımım ama dayanaksız-şimdilik...) Bu çerçevede, güneşten yayılan ışıktaki fotonlar (ışık ile foton bence aynı şey değiller, biliyorsunuz) momentumlarında taşıyıp aktardıkları enerjiyi, bu bağların bozulmasından sağlıyorlar. Parçacık sayısı sayısı değişmese bile, alanlar değişiyor. Burada sizinde başka bir yazıda belirttiğiniz gibi, yeni kurulan bağlar (demire kadar sanırım) daha çok temel parçacığı olarak daha az enerji ile bir arada tutabiliyor. Yani bağ enerjilerinden tasarruf yapıyorlar. Bizim yayılan fotonlarla aldığımız, saptadığımız enerji de bu atom altı bağlardan"tasarruf edilen enerji "oluyor. (Sanırım Gluon'dan...) Fakat bu aynı zamanda, benzetme olarak, 2 demir bilyenin yüzey alanı olarak havada karşılaştığı basınç toplamının, bu iki bilyenin eritilip tek bilye haline gelmesi durumunda karşılaştığı basınçtan fazla olması gibi bir şey. Ya da iki bilye, yan yana değil, arka arkaya diziliyorlar... (Tahminim bu parçacıkların spinleri ile sağlanan duruş ile alakalı bir şey ama bilgim yok.) Varsayımım açısından ise, EGD sürekli ve düzenli olarak parçacıklarla ve onları bir arada tutan bağ ile etkileşimde ve onlara baskı yapıyor. Bu sayede parçacıklar bir arada durabiliyor. (Dışarıya karşı nötr=etkileşimsiz formasyona ulaşarak...) Kütleciğin bağ yapısı bozulduğu zaman, EGD ile olan etkileşimleri de değişiyor. (Hatta bu yaklaşımı, karanlık madde ile de ilişkilendirmiştim.) Etki-tepki kuvvetlerini oluşturan enerjilerin bir kısmı foton olarak salınıyor. Hatta sizin yaklaşımınıza benzer olarak, Bu EGD enerjisinin bir kısmı bile parçacığı titreştirirken fotonlaşarak dağılıyor olabilir. Ama her durumda dağılan enerjinin önemli bir kısmı, parçacıkları bir arada tutan bağ enerjilerinden gelemk zorunda... Çünkü alt temel parçacıkları oluşturan (kuarkları) bağ kuvvetlerine ulaşmak dolayısı ile etki edip, bozmak çok daha zor. Üst bağlar daha ulaşılabilir boyuttalar... Not: Güneş şimdiye kadar yaklaşık 1 dünya kütlesi kadar kaybetmiş. Dünya da güneşten, başlangıçtan bu yana 7000 mil, 12.6 bin kilometre kadar uzaklaşmış. (İnternet kaynaklı, astronomycafe diye bir yerden ama güvenilmez olabilir tabii...) İkinci Not: Evet, burası akademik bir platform değil ama bir çok akademik platromdan daha üretken. Ve doktora tezlerine konu değil ama ilham oluyorlar. Anladığım kadarı ile burada yazmak sizde yoğun duygusal tepkilere de neden oluyor. Buna üzüldüm. Gerçi ben de zaman zaman yaşıyorum ve hatta çok sert tepkiler veriyorum ama... Sonuçta bu benim için hep bir hatalı hareket olarak sonuçlandı. Dilerim siz benden daha aklı başında serinkanlı kararlar alıyorsunuzdur. Saygılarımla

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

Sayın Necmi Tüfek veya Sevgili Necmi Bey, Öncelikle, kararlı bir şekilde ifadenizi sürdürmenizden dolayı ve ileri sürdüğünüz dayanak ve argümanlar için teşekkür ederiz. Fizik dünyasında genel bilinenin aksine bir ifade bulunmanız ve bunun üzerinden devam etmeniz, bize araştırma-sorgulama ve yeni alternatifler arama imkanı verdi. Sayenizde bir çok kişi, yıldızlardaki termonükleer süreç hakkında, eskisinden daha donanımlı oluyor. Bu nedenle, bize bir şeyler öğretmek için bilinçli bir seçim yapıp hareket ettiğinizi düşünüyorum. Çoğumuza, çoğunluğun aksine bir düşünceninde , sadece doğrulanırken değil, yanlışlarken de öğretebileceğini gösteriyorsunuz. (Diğer yandan yaklaşımınız, dolaylı yoldan, yaklaşımımı destekliyor. Son zamanlarda kendi varsayımım açısından olayları ele almamdan duyulan rahatsızlık nedeniyle, güncel fizik üzerinden tartışmalara katılmaya çalışıyor olsa da... Güncel fiziğin kimi konularda tıkandığı veya kararsız kaldığını düşünüyorum.) Yaklaşım olarak bence; Kütle; salt katı, sayılabilen, elle tutulan, parçacıktan oluşan bir oluşum değildir. Kütle, bir alandır. Enerji tarafından işgal edilmiş bir uzay alanıdır. Uzay alanı olduğu için, "zaman" ile ister istemez etkileşime girmekte ve bildiğimiz kütleli yapıya dönüşmektedir. Bir atomun kütlesini ölçtüğümüz zaman, torbaya doldurulmuş demir bilyelerin sayısı gibi, içindeki tüm parçacıkların toplam kütlesini ölçmüyoruz. Bu parçacıklar arasında bağ oluşturup, onları bir arada tutan alanın etkileşimini ele alıyoruz. Çok eski bir yazımda, "nokta>doğru>alan>hacim>kütle" şeklinde özetleyeceğim bir sıralama yapmıştım. Bunları enerji paketçiğinin-paketçiklerinin, "boyutsuz tekil durumdan, bir boyut üzerinde titreşmesi>iki boyut üzerinde titreşmesi> üç boyut üzerinde titreşmesi ve sonunda dört boyut üzerinde titreşmesi" olarak ifade etmiştim. Bunu vermemdeki amaç, kütle tanımını 3 boyutlu bir örnek üzerinde tanımlamak için altlık olması. Elimizde bir torba dolusu demir bilye var. Bunları havaya attığımızda (hava burada uzay-zaman dokusunu temsil ediyor) ölçtüğümüz basınç sadece bilyenin hacmi (burada işlevi; kütle yerine hacme indirgiyorum; 4 boyuttan > 3 boyuta) ile orantılı basınç olacaktır. Tüm bilyeleri büyüklüklerine göre, teker teker atıp, hepsinin basıncını topladığımızda elde edeceğimiz rakama G1 diyelim. Ardından tüm bilyeleri bir yüzey üzerine dağıtıp aralarında bağ kurarak (mesela bilyelerin hepsinin herhangi bir eksenleri güçlü manyetik özellikte olsun veya kırılmaz japon yapıştırıcı ile yapıştırılsınlar.) bir yüzey elde etsek (burada işlevi hacimden, alana indirgiyorum; 3 boyuttan >2 boyuta) ve hepsini birden havaya bıraktığımızda ölçeceğimiz toplam basınç rakamı G2 olsun. Bizim (benim) yaklaşımımızda, G2>G1 diyoruz. Atomların içindeki parçacıkları bir arada tutan enerji bağlarınında, uzay-zaman dokusu ile etkileşime girip, parçacığın kütlesinin içinde yer aldığını düşünüyoruz. Sizin kütle kaybolmaz yaklaşımınıza göre ise bu bağların hiç bir "değişken" değeri yok. "-Bir öncekinde de bağ vardı, bir sonrakinde de bağ var. O halde bunlar değişmemiştir. Eh... Parçacık sayısı da aynı, o zaman kütle kaybı olmamıştır", şeklinde ele alıyor gibisiniz. ( Yanlış anladıysam düzletirsiniz, hatalı isem şimdiden özür dilerim.) Oysa parçacıklar büyüdükçe, onları bir arada tutan bağ ve dolayısı ile enerji ihtiyacı da artıyor. (Sanırım demir sonrası tüketim bundan kaynaklanıyor.) Daha çok parçacık, daha geniş bir uzay alanının titreşen parçacıklar ile işgali demek. Bu da daha geniş bir alanı bir arada tutacak, daha çok, enerji ihtiyacı demek. Yani hidrojeni bir arada tutan ve kütlesinin bir kısmını veren alan ile kurşunu bir arada tutan ve kütlesini sağlayan alan, enerji içeriği olarak aynı düzeyde veya eşit dahi değiller. Hatta buradan, bir kilo kurşunun parçalanması ile elde edilecek enerjinin, bir kilo pamuktan (karbon bileşikleri-selüloz) elde edilecekten çok daha fazla olacağını da iddia ediyorum. (İddia; çünkü mantık çıkarımım ama dayanaksız-şimdilik...) Bu çerçevede, güneşten yayılan ışıktaki fotonlar (ışık ile foton bence aynı şey değiller, biliyorsunuz) momentumlarında taşıyıp aktardıkları enerjiyi, bu bağların bozulmasından sağlıyorlar. Parçacık sayısı sayısı değişmese bile, alanlar değişiyor. Burada sizinde başka bir yazıda belirttiğiniz gibi, yeni kurulan bağlar (demire kadar sanırım) daha çok temel parçacığı olarak daha az enerji ile bir arada tutabiliyor. Yani bağ enerjilerinden tasarruf yapıyorlar. Bizim yayılan fotonlarla aldığımız, saptadığımız enerji de bu atom altı bağlardan"tasarruf edilen enerji "oluyor. (Sanırım Gluon'dan...) Fakat bu aynı zamanda, benzetme olarak, 2 demir bilyenin yüzey alanı olarak havada karşılaştığı basınç toplamının, bu iki bilyenin eritilip tek bilye haline gelmesi durumunda karşılaştığı basınçtan fazla olması gibi bir şey. Ya da iki bilye, yan yana değil, arka arkaya diziliyorlar... (Tahminim bu parçacıkların spinleri ile sağlanan duruş ile alakalı bir şey ama bilgim yok.) Varsayımım açısından ise, EGD sürekli ve düzenli olarak parçacıklarla ve onları bir arada tutan bağ ile etkileşimde ve onlara baskı yapıyor. Bu sayede parçacıklar bir arada durabiliyor. (Dışarıya karşı nötr=etkileşimsiz formasyona ulaşarak...) Kütleciğin bağ yapısı bozulduğu zaman, EGD ile olan etkileşimleri de değişiyor. (Hatta bu yaklaşımı, karanlık madde ile de ilişkilendirmiştim.) Etki-tepki kuvvetlerini oluşturan enerjilerin bir kısmı foton olarak salınıyor. Hatta sizin yaklaşımınıza benzer olarak, Bu EGD enerjisinin bir kısmı bile parçacığı titreştirirken fotonlaşarak dağılıyor olabilir. Ama her durumda dağılan enerjinin önemli bir kısmı, parçacıkları bir arada tutan bağ enerjilerinden gelemk zorunda... Çünkü alt temel parçacıkları oluşturan (kuarkları) bağ kuvvetlerine ulaşmak dolayısı ile etki edip, bozmak çok daha zor. Üst bağlar daha ulaşılabilir boyuttalar... Not: Güneş şimdiye kadar yaklaşık 1 dünya kütlesi kadar kaybetmiş. Dünya da güneşten, başlangıçtan bu yana 7000 mil, 12.6 bin kilometre kadar uzaklaşmış. (İnternet kaynaklı, astronomycafe diye bir yerden ama güvenilmez olabilir tabii...) İkinci Not: Evet, burası akademik bir platform değil ama bir çok akademik platromdan daha üretken. Ve doktora tezlerine konu değil ama ilham oluyorlar. Anladığım kadarı ile burada yazmak sizde yoğun duygusal tepkilere de neden oluyor. Buna üzüldüm. Gerçi ben de zaman zaman yaşıyorum ve hatta çok sert tepkiler veriyorum ama... Sonuçta bu benim için hep bir hatalı hareket olarak sonuçlandı. Dilerim siz benden daha aklı başında serinkanlı kararlar alıyorsunuzdur. Saygılarımla

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
-2

Burtay Bey, Size veda etmeden gitmek olmazdı zaten. Ama beni biraz hayal kırıklığına uğrattınız desem yalan olmaz. Ben burada oyun oynamıyorum. Fiziği daha iyi anlaşılsın, akılda kalsın diye bazen metafor bazen çarpıcı ifadeler kullanarak anlatmaya çalışıyorum. Ama kesin olarak söylemem gereken şey şudur; "Yukarıda yazdıklarım ve daha önce kuantum fiziği ile ilgili yazdıklarımın hepsi gerçekten kuantum fiziğidir." İfadenizden sanki tüm bunları ben kurguluyormuşum gibi bir izlenim edindim. Biraz insaflı olun. Bende bu fiziği kurgulayacak zeka olabilir mi? Yani aslında biraz da hoşuma gitti ama hayır, koca bir kuantum fiziğini ben icat etmişim gibi olur ve Brian Greene duysa adam krize girer gülmekten. Benim bir tek özelliğim var Burtay Bey. Ben okumayı seven, okuduğunu anlayabilen bir insanım. Ama ne yalan söyleyeyim, kuantum fiziği kitaplarını anlayabilmek için pek çoğunu en az on kez okuyup tekrar etmem gerekti. Ayrıca, okurken dikkat etmediğiniz kısımlar sonradan yine karşınız çıktığında dönüp tekrar okumak zorunda kalıyorsunuz. Bu fiziğin kitaplarını ben 18 yıldır günde en az 4 saat okudum. Yani biraz saygı gösterilecekse bunun için gösterilmeli bence. Önceleri size insanlara böyle yanlış bir fizik empoze etmeyin, kötülük ediyorsunuz demiştim. Şimdi yine aynı şeyi söylemek istemem ama siz beni dinleyin ve önce kuantum fiziğiyle ilgili kitaplar edinip okuyun. Not olarak yazdığınız şeye siz ne kadar inandınız bilmem ama bunlar sadece matematikle oynayıp sanki tutarlı bir sonuçmuş gibi göstermek. 12 bin kilometre nedir ki? Uzayda böyle bir mesafe "sıfır" demektir. Ayrıca dünya ve ay bile küçük salınımlarla bundan çok daha fazla uzaklaşıp tekrar yaklaşırlar. Önemli olan binlerce yıllık takvimin ve dünya yılının ne kadar değiştiğidir? Asıl onu hesaplarsanız belki tutarlı bir veri olur elinizde. Neyse, bu beni ilgilendirmez artık. Kuantum fiziğinin çıkarımlarını ve verilerini savunmak zorunda değilim. Neye isterseniz ona inanın, sonuçta hepimiz kendi doğrumuzla yaşamak zorundayız. Sizinle ve buradaki diğer arkadaşlarla yazışmak çoğunlukla güzeldi. Eğer bu arada insanlara bir faydam olmuşsa, bir kişiye bile dokunabilmişsem bana yeter. Elveda...

Necmi Tüfek 7 yıl önce 0
0

Necmi bey... Siz tatilinizi yapın bir hele... Sonra görüşürüz. Ne o öyle, vedalar, elvedalar ? Bulaşıcı hastalık gibi bu iş. Kimse burada zaten bu işten kazanç sağlamıyor. Normal yaşamsal ortamlarımızda bulamadığımız zihinsel paylaşımı ve tartışmaları burada tatmin ediyoruz. (Sanki işyerimde, çok kişi var buna uygun. Koca binada 3000 kişi'den biri ile bile güneşteki termonükleer süreci tartışamam -sanırım.) Süreç ile igili yazdıklarınızı tekrarlayarak okudum. Tam tanımını yapamadığınız ve anlatamadığınız bir kavrama ulaşmış gibisiniz. Anlayamadım. Doğal olarak bence, bu sürçete hatalı yaklaşımlar olabiliyor. Zaten bende netliğe ulaşana kadar böyle hatalar yapıyorum. Zaten hiç birimiz fiziğin tüm alanlarında yetkin ve yeterli olmak zorunda da değiliz. Yani birbirimizle yarışmadan ziyade, birbirimizi tamamlama, bir tür sanal değişen kişilerden ekip olma yolundayız. Herkes kendi bilgisiyle, ortadaki bütüne katkıda bulunuyor, bir diğerinin eksik olduğu açığı kapatıyor. Bu bayrak yarışı, tek ekip var. Ekip bireyleri sırayla bayrağı bir sonrakine devrediyor. Tüm olay bu.Kimse kalıcı değil. Başarılı değil. Başarısız değil. Ekibin sonucu önemli. Herkes elinden geldiğince katkıda bulunuyor. Siz de şimdiye kadar iyi destek verdiniz. Teşekür ederiz. Ben de bir süre sonra silineceğim, diğerleri de... Hatırlanacak bir katkıda bulunmak hepimizin dileği. Ama şunu yazayım. Daha haıtrlanacak katkınızı yeni bulmuş gibisiniz. Tam tanımlayamamışsınız bence... Tatilinizi yapın önce... Sonra bakarsınız duruma. Sevgilerimle

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0