Sayın Necmi Tüfek veya Sevgili Necmi Bey,
Öncelikle, kararlı bir şekilde ifadenizi sürdürmenizden dolayı ve ileri sürdüğünüz dayanak ve argümanlar için teşekkür ederiz.
Fizik dünyasında genel bilinenin aksine bir ifade bulunmanız ve bunun üzerinden devam etmeniz, bize araştırma-sorgulama ve yeni alternatifler arama imkanı verdi.
Sayenizde bir çok kişi, yıldızlardaki termonükleer süreç hakkında, eskisinden daha donanımlı oluyor.
Bu nedenle, bize bir şeyler öğretmek için bilinçli bir seçim yapıp hareket ettiğinizi düşünüyorum.
Çoğumuza, çoğunluğun aksine bir düşünceninde , sadece doğrulanırken değil, yanlışlarken de öğretebileceğini gösteriyorsunuz.
(Diğer yandan yaklaşımınız, dolaylı yoldan, yaklaşımımı destekliyor. Son zamanlarda kendi varsayımım açısından olayları ele almamdan duyulan rahatsızlık nedeniyle, güncel fizik üzerinden tartışmalara katılmaya çalışıyor olsa da... Güncel fiziğin kimi konularda tıkandığı veya kararsız kaldığını düşünüyorum.)
Yaklaşım olarak bence; Kütle; salt katı, sayılabilen, elle tutulan, parçacıktan oluşan bir oluşum değildir. Kütle, bir alandır. Enerji tarafından işgal edilmiş bir uzay alanıdır. Uzay alanı olduğu için, "zaman" ile ister istemez etkileşime girmekte ve bildiğimiz kütleli yapıya dönüşmektedir.
Bir atomun kütlesini ölçtüğümüz zaman, torbaya doldurulmuş demir bilyelerin sayısı gibi, içindeki tüm parçacıkların toplam kütlesini ölçmüyoruz. Bu parçacıklar arasında bağ oluşturup, onları bir arada tutan alanın etkileşimini ele alıyoruz.
Çok eski bir yazımda, "nokta>doğru>alan>hacim>kütle" şeklinde özetleyeceğim bir sıralama yapmıştım. Bunları enerji paketçiğinin-paketçiklerinin, "boyutsuz tekil durumdan, bir boyut üzerinde titreşmesi>iki boyut üzerinde titreşmesi> üç boyut üzerinde titreşmesi ve sonunda dört boyut üzerinde titreşmesi" olarak ifade etmiştim.
Bunu vermemdeki amaç, kütle tanımını 3 boyutlu bir örnek üzerinde tanımlamak için altlık olması.
Elimizde bir torba dolusu demir bilye var. Bunları havaya attığımızda (hava burada uzay-zaman dokusunu temsil ediyor) ölçtüğümüz basınç sadece bilyenin hacmi (burada işlevi; kütle yerine hacme indirgiyorum; 4 boyuttan > 3 boyuta) ile orantılı basınç olacaktır. Tüm bilyeleri büyüklüklerine göre, teker teker atıp, hepsinin basıncını topladığımızda elde edeceğimiz rakama G1 diyelim.
Ardından tüm bilyeleri bir yüzey üzerine dağıtıp aralarında bağ kurarak (mesela bilyelerin hepsinin herhangi bir eksenleri güçlü manyetik özellikte olsun veya kırılmaz japon yapıştırıcı ile yapıştırılsınlar.) bir yüzey elde etsek (burada işlevi hacimden, alana indirgiyorum; 3 boyuttan >2 boyuta) ve hepsini birden havaya bıraktığımızda ölçeceğimiz toplam basınç rakamı G2 olsun.
Bizim (benim) yaklaşımımızda, G2>G1 diyoruz. Atomların içindeki parçacıkları bir arada tutan enerji bağlarınında, uzay-zaman dokusu ile etkileşime girip, parçacığın kütlesinin içinde yer aldığını düşünüyoruz.
Sizin kütle kaybolmaz yaklaşımınıza göre ise bu bağların hiç bir "değişken" değeri yok. "-Bir öncekinde de bağ vardı, bir sonrakinde de bağ var. O halde bunlar değişmemiştir. Eh... Parçacık sayısı da aynı, o zaman kütle kaybı olmamıştır", şeklinde ele alıyor gibisiniz. ( Yanlış anladıysam düzletirsiniz, hatalı isem şimdiden özür dilerim.)
Oysa parçacıklar büyüdükçe, onları bir arada tutan bağ ve dolayısı ile enerji ihtiyacı da artıyor. (Sanırım demir sonrası tüketim bundan kaynaklanıyor.)
Daha çok parçacık, daha geniş bir uzay alanının titreşen parçacıklar ile işgali demek. Bu da daha geniş bir alanı bir arada tutacak, daha çok, enerji ihtiyacı demek.
Yani hidrojeni bir arada tutan ve kütlesinin bir kısmını veren alan ile kurşunu bir arada tutan ve kütlesini sağlayan alan, enerji içeriği olarak aynı düzeyde veya eşit dahi değiller.
Hatta buradan, bir kilo kurşunun parçalanması ile elde edilecek enerjinin, bir kilo pamuktan (karbon bileşikleri-selüloz) elde edilecekten çok daha fazla olacağını da iddia ediyorum. (İddia; çünkü mantık çıkarımım ama dayanaksız-şimdilik...)
Bu çerçevede, güneşten yayılan ışıktaki fotonlar (ışık ile foton bence aynı şey değiller, biliyorsunuz) momentumlarında taşıyıp aktardıkları enerjiyi, bu bağların bozulmasından sağlıyorlar.
Parçacık sayısı sayısı değişmese bile, alanlar değişiyor.
Burada sizinde başka bir yazıda belirttiğiniz gibi, yeni kurulan bağlar (demire kadar sanırım) daha çok temel parçacığı olarak daha az enerji ile bir arada tutabiliyor. Yani bağ enerjilerinden tasarruf yapıyorlar. Bizim yayılan fotonlarla aldığımız, saptadığımız enerji de bu atom altı bağlardan"tasarruf edilen enerji "oluyor. (Sanırım Gluon'dan...)
Fakat bu aynı zamanda, benzetme olarak, 2 demir bilyenin yüzey alanı olarak havada karşılaştığı basınç toplamının, bu iki bilyenin eritilip tek bilye haline gelmesi durumunda karşılaştığı basınçtan fazla olması gibi bir şey. Ya da iki bilye, yan yana değil, arka arkaya diziliyorlar...
(Tahminim bu parçacıkların spinleri ile sağlanan duruş ile alakalı bir şey ama bilgim yok.)
Varsayımım açısından ise, EGD sürekli ve düzenli olarak parçacıklarla ve onları bir arada tutan bağ ile etkileşimde ve onlara baskı yapıyor. Bu sayede parçacıklar bir arada durabiliyor. (Dışarıya karşı nötr=etkileşimsiz formasyona ulaşarak...) Kütleciğin bağ yapısı bozulduğu zaman, EGD ile olan etkileşimleri de değişiyor.
(Hatta bu yaklaşımı, karanlık madde ile de ilişkilendirmiştim.)
Etki-tepki kuvvetlerini oluşturan enerjilerin bir kısmı foton olarak salınıyor. Hatta sizin yaklaşımınıza benzer olarak, Bu EGD enerjisinin bir kısmı bile parçacığı titreştirirken fotonlaşarak dağılıyor olabilir.
Ama her durumda dağılan enerjinin önemli bir kısmı, parçacıkları bir arada tutan bağ enerjilerinden gelemk zorunda... Çünkü alt temel parçacıkları oluşturan (kuarkları) bağ kuvvetlerine ulaşmak dolayısı ile etki edip, bozmak çok daha zor. Üst bağlar daha ulaşılabilir boyuttalar...
Not: Güneş şimdiye kadar yaklaşık 1 dünya kütlesi kadar kaybetmiş. Dünya da güneşten, başlangıçtan bu yana 7000 mil, 12.6 bin kilometre kadar uzaklaşmış. (İnternet kaynaklı, astronomycafe diye bir yerden ama güvenilmez olabilir tabii...)
İkinci Not: Evet, burası akademik bir platform değil ama bir çok akademik platromdan daha üretken. Ve doktora tezlerine konu değil ama ilham oluyorlar.
Anladığım kadarı ile burada yazmak sizde yoğun duygusal tepkilere de neden oluyor. Buna üzüldüm. Gerçi ben de zaman zaman yaşıyorum ve hatta çok sert tepkiler veriyorum ama... Sonuçta bu benim için hep bir hatalı hareket olarak sonuçlandı. Dilerim siz benden daha aklı başında serinkanlı kararlar alıyorsunuzdur.
Saygılarımla