Necmi Bey salt maddesel kütle kaybı şeklinde olayı ele alırsak, Haklı gibisiniz. Diğer yandan potansiyelden, stoktan enerji kaybı açısından da , Vide Supra da haklı gibi...
O zaman çatışma sebebiniz; birinizin haklılığı, diğerinin hatalı oluşundan dolayı değil, yanlış anlaşılma ve farklı açılardan olayı ele almaktan kaynaklanıyor bence...
En başta hepimiz biliyoruz ki (bu arada yazacaklarımın çoğu sizlerden öğrendiklerimi sizlere satmak :-) hareket halindeki kütleyi direk ölçemesek de (bu durumda neye göre nirengi alacağız?) bir yolu var. Etrafına uyguladığı kütleçekim kuvvetinden... Bu kuvvete neden olan nesnenin (uzaklıkta biliniyorsa) kütlesini hesaplayabiliriz. Newton bile yeterli yol gösterici olarak. (Yoğunluğunu, hacmine göre buluruz sonra...)
Güneşin durumu da benzer. İçinde yüksek hızda hareket eden bir çok parçacık var. Bunları çok yüksek hızlarda uzaya salmasından dolayı da biliyoruz. Peki bu parçacıkların momentumlarından kaynaklanan ek-zahiri kütle de, güneşin kütle çekim gücüne katkıda bulunmuyor mu?
Elbette bulunuyor olmalı...
Yani kütleçekim gücünü hesapladığımız güneş bu kuvvetin bir kısmını sahip olduğu maddenin kütlesinden alırken, bir kısmını da bu madde parçacıklarının momentumundan alıyor olmalı...
Bu şekilde olunca, her ikinizde kendi açınızdan haklısınız.
Hidrojenler birleşiyor, helyum oluyor, onlar lityum, vs.vs. En son demire kadar gidiyor bu birleşmeler.
Güneşte "toplam maddesel parçacık sayısı", dışarı attıkları haricinde çok az oluyor. Belki ondan daha çoğunu kütleçekim alanına düşen astroid ve tozlardan alıyordur. (Bu kısmı tamamen atmasyon, doğrusunu bilmiyorum.)
Ama diğer yandan, güneşin bu kadar enerji yayması karşılığında, bir şeyleri de kaybetmesi gerekir.
Bu kaybettiği de fotonlar ve ısı halinde yüklenmiş enerjidir. (Diğer kütleli temel parçacıkları ve onların momentumlarına yüklenmiş olanları göz ardı ediyorum, anlatım kolaylığı açısından...)
("Bence'm" de, temel kuvvetler EGD'nin sonuçları ama konuya tekrar girmeyeceğim :-)
Parçacıkları bir arada tutan temel kuvvetler, güçlü ve zayıf kuvvetler, hem füzyon hem de fizyon esnasında bozuluyorlar.
Bu bozulma esnasında, onları sabit tutmaya yarayan (bence; kuvvete karşı gösterdikleri tepki) temel kuvvetlerin enerjisi serbest kalıyor. Üzerinde tartışdığımız nükleer enerjinin kökeni bu...
Güncel fizik diliyle, bağlar kırılınca enerji açığa çıkıyor. Daha sonra parçacıklar tekrar düzenli ve kararlı bir duruma geçmek için birleşirken, bu sefer daha büyük bir sistem oluşturuyorlar. (Niye? Bunu bilmiyorum-anlamadım henüz...)
Yani temel kuvvet bağları, yeni atomun temel parçacıklarını bir araya getirmek için tekrar inşaa ediliyor. Bu yıldız merkezinde o kadar zor olmasa gerek çünkü etraftaki basınç ve ısı çoğu parçacığı özdeş davranmaya zorluyor olmalı.
(Belki güneşin merkezinde de olsa, parçacıkların etrafa karşı nötr ve kararlı bir sistem oluşturup, homojenleşmeye çalıştıkları içindir...)
Bence, 5000 devirlik motora bağlı sicim, bu hızdayken bize 2 boyutlu bir yüzey gibi gözükür. Eğer hızından çok daha düşük (etki) hızlardaysak, bize katı bir plaka gibi bile tepki verebilir.
Sicim ucundaki parçacığında, o anda nerede olduğunu bilmemiz imkan yok...:-) (Elektron bulutu gibi...)
Ama bu devri sağlayan enerji, sistem bozulduğu anda bir şekilde açığa çıkacaktır.
Sonuçta ipte, motorda elimizde olduğu halde, ipe ve ucundaki parçacığa yüklediğimiz enerji artık aynı sistemde olmayacaktır.
Tam aynı olmasa da buna özdeş bir mantık olması gerektiğini düşünüyorum.
Bilimciler, nükleer enerjiyi; maddenin enerjiye dönüşmesinden çok, maddenin bütünlüğünü sağlayan ve kütlesine dahil olmuş olarak tespit edilen enerji bağlarının serbest kalması olarak tanımlıyorlar. Yorumumda bu yaklaşıma dayalı.