1

Burada bilmediğim şey, iki nesne arasındaki mesafe ölçülürken (mesela; dünya ile ay), bunların kütle merkezlerine göre mi, yoksa dış yüzeyleri arasındaki mesafeye göre mi ölçüldüğü ? Sonuçta "bilimsel bilginin" yaklaşımı mantıklı, kütle bir sistem... Alt sistemlerin toplamı. Ana kütleden ayrılan her parça-sistem bağımsız bir kütle olarak denkleme girebiliyor. Bu yüzden Ay'dan ölçülen kütle çekim kuvveti, dünyanın tüm kütlesinin bileşke kuvveti olmalı. Peki bu bileşke kuvvetin başlangıcı nerede? İşte hala anlamadığım durum. Çok basit bir durum değil. Bileşke kuvvet merkezde ise, merkeze doğru yaklaştıkça, aradaki kütleçekim kuvvetinin düşmesi azalması anlamlı oluyor. Çünkü aradaki mesafe azalıyor. Ama bu sefer dünyanın kalan kütle parçacıkları ile olan mesafesi artıyor. (Dış yüzey tarafında kalan kütle miktarı ile).. Sanki dünyadaki tüm mevcut parçacıklar, kütle çekim hakkını ve gücünü vekilliği için merkezi seçmiş ve tüm gücü devretmişler, etkisizler. Düşünce Deneyi: Dünyayı oluşturan her kütle parçacığının durumunu ayrı ayrı ele alın. Bu sistem olarak tam merkezde yoğunlaşsın. Dünyanın yüzeyinden uzaklaşan ve dünyanın merkezine doğru yol alan eş değerli 2 kütle parçası ile olan ilişkilerini değerlendirin. Eğer bileşke kuvvet merkezde ise dünyanın kalan tüm diğer kütleli parçacıklarını "yok saymadan" bu ilişkiyi tanımlamak çok zor. Ama bu fiilen mantıksız. Dağdaki kaya, tüm kütleçekim kuvvetini dünyanın merkezine tevdi ettiği için, artık çekim gücüne sahip değildir mi diyeceğiz? Ne Newton, ne de Einstein yaklaşımı bence kütleçekimi için tatminkar bir açıklama veremiyor. Bu yüzden bence en mantıklı yaklaşım, "basınç alanı" olarak ele almak.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

benim görüşüm bu yönde.

bilimsel bilgi 7 yıl önce 0
0

@Vide Supra, link için teşekkür ederim. Burada bir soru eklememin zamanı geldi gibi... Kütleçekiminin nesnenin yüzeyinde en yüksek olduğu, merkeze doğru azaldığı konusu tartışılmaz bir tespit. Uzaydan dünyaya yaklaşan bir göktaşı, dünyanın uyguladığı yüksek yerçekimi nedeniyle düşüyor. İzlediği rota tam dünyanın merkezine doğru. Yani hedefi dünyanın merkezi... Eğer yoğunluğu dünyanın magmanın yüzdürücü etkisini de yenecek kadar yoğun ise, dünyanın merkezine doğru azalan ivme ile batma eğiliminde oluyor. Sanırım buraya kadar bilimsel sonuçlara sadık kaldım. (Eksiğim veya yanlışım var ise düzeltmenizi rica ederim.) Sorum şu; bu düşen göktaşı kütleçekiminin en yoğun olduğu yüzeyde kalma yerine, niye merkeze doğru, çekim kuvvetinin en düşük olduğu yere ulaşmaya çalışıyor? (Burada okumaya ara verip biraz sorgulamanızı tavsiye ediyorum. Çünkü bir bileşik soru ekleyeceğim.) Bence de belirttiğiniz "kütle çekim alanının yoğunluğu"nun bir belirleyici özelliği var. Hava gibi bir akışkan içinde fırlatılan bir topun hareketi tek boyut üzerindedir. Topun yakınından geçtiği sinekler, topun neresine doğru sürüklenir? Niçin? Evrende ise genişlemeden kaynaklanan doğal bir hareket var. Bütün nesneler genişleme ile hareket ediyor. Biz haritalarımız da bunu 2 boyutlu olarak (parçacıklı evren modelindeki gibi- balonun yüzeyindeki noktaların birbirinden uzaklaşması olarak) temsil etsekte, bu hareket gerçekte 3 boyutlu yani her yöne doğru (genişleme gibi) bir hareket... Bu durumda, yukarıda tek boyut üzerinde olan topun hareketi ve sineğin durumunu , üç boyutlu -her yöne doğru olan bir harekete uygularsak sonuç sizce nasıl olmalı? Ve topa yaklaşan sineklerin (Dünya örneğinde olduğu zaman, astroitlerin) hedefleri neresi olur? İşte bu açıdan bakınca, kütlenin merkezi, uzay-zaman dalgaları açısından en düşük basınç alanına sahip bölge oluyor bence...

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
-1

Dünyayı akışkan bir cisim gibi düşündüğünüzü(balistik jel diyelim) ve gök taşının çarpışma ile parçalanmadan battığını düşündüğünüzü varsayıyorum. Bu gök taşı kütleçekiminin en büyük olduğu noktayı geçmiş olsa dahi hala üzerine etki eden ve zamanla azalan bir kuvvete maruz kaldığından dolayı batmaya devam edecektir. Yani kütleçekiminin en büyük olduğu yeri değil, daha kararlı olacağı toplam potansiyel farkın en düşük olduğu yeri arıyor aslında. Buraya kadar akışkanlar dinamiğine değineceğinizden haberim olmadan yorum yapmış oldum. Akışkan uzay üzerine bir tahmin yapacak olsaydım eğer; kütleçekimi ile bağlı olmayan sistemlerin, bağlı olanlara göre tam tersi davrandığını düşürdüm. Mesela süper kümeler arasındaki uzay her noktada(ya da her akışkan parçacığında) kendiliğinden 3 boyutlu olarak genişliyorsa, örnek olarak güneş sisteminde kütleçekimi bu genişlemeyi yendiğinden dolayı bu sefer büzülme tarzı tam zıt bir hareket olabilir. Yani klasik çarşaf betimlemesinde çarşafı çökerten dünyayı kaldıracak olsak, çarşaf düz konuma gelmek yerine yukarıya doğru eğim yapabilirdi belki. Ya da top örneğindeki gibi kütle varlığında sürekli bir alçak basınç alanı gibi davranan uzayın dünya kaldırıldığında yüksek basınç alanı gibi davranması mantıklı olabilir. Fakat bu sefer negatif kütleçekimi ya da boş uzayda kütle itmesi olduğu gibi bir durum ne kadar mantıklıdır ayrıca düşünmek lazım. Kütle merkezi madde ile alakalı olduğundan bu yaklaşım sonucu değişmemesi gerekir diye düşünüyorum. Bu durumda kütleçekim dalgalarına da hala ihtiyaç varmış gibi tabi yanlış düşünüyorsam düzeltin @Burtay bey.

Vide supra 7 yıl önce 0
0

@Vide supra, Eğer bir yanlışınız var ise en fazla benimki kadar olabilir. Ama yanlıştan ziyade aynı olguyu farklı açılardan ele alıyoruz. Düşüncelerinizde bir yanlış varsa bile bunu ifade edecek yetkinlikte de değilim. Dünyayı bir akışkan jel olarak ele almıyorum, büyük kütleye düşen küçük kütlelerin eğilimini anlatırken yaptığım bir benzetme sadece... Küçük kütleler, her zaman büyük kütlelerin merkezine ulaşmaya çalışır. Ana fikir bu idi... Uzay-zamanı bir süperakışkan olarak ele alıyorum. Akışkan dinamiğine baktığımızda, temel kurallarından biri; bir akışkan içinde hareket eden iki nesnenin iki türlü ilişkisi var. Aralarındaki kritik mesafeye göre ya birbirlerine yanaşırlar ya da bu mesafenin üzerinde iseler uzaklaşırlar. Ya da akışkanın hareket ettiği ortam darlaştıkça; basıncı düşer, hızı artar. İkisi de aynı kapıya çıkıyor. Bu şartlarda akışkanın hızı artıkça, basıncının düşmesi, ana dayanağım. Tek koşulu, bir "hareketin" gerekliliği. Ya akışkan hareket edecek, ya da parçacıklar... Eğer parçacıklar birbirlerine yakın iseler; aralarındaki akışkan basıncı düşüyor ve dış ortamın basıncı bunları birbirine yakınlaştırıyor. Tam tersi durumda ise uzaklaştırıyor. Kritik mesafe, tamamen akışkanın yoğunluğu ve akışkanlık düzeyine göre belirlenen bir mesafe... Bundan yola çıkarak, aynı akışkan içinde gök adalar arası mesafeden dolayı, birbirlerinden uzaklaşırken, gök adaları oluşturan yıldız kümelerinin birbirine sokulduğunu düşünüyorum. Burada sorun hareketin nereden kaynaklandığı? Bu belirsizliği, evrenin genişlemesi ile tüm nesnelerin, her yöne doğru diyebileceğimiz ortak bir yönde (bu yönü hayal edemiyorum) evrenin genişlemesi ile hareket etmesine bağlıyorum. Yani uzayı genişleten kuvvet ile galaksileri toplu tutan kuvvet, AYNI kuvvetin sonucu. Bu durumda negatif kütle çekimi gibi bir kuvvete de ihtiyaç kalmıyor. (Karanlık enerjinin neden olduğu düşünülen.) Kütle bu hareketi esnasında, yoğunluğuna oranla düşük basınç alanına sebep oluyor. Nesnelerde buraya, uzay-zaman dokusu tarafından itiliyor. Bu nedenle, düşen nesneler basıncın en düşük olduğu noktaya, merkeze yöneliyor. Varsayımım bu yönde. Çarşaf gibi bir doku bu yaklaşımda, sadece temsili anlatımda işe yarıyor. Çökme dediğimiz şeyi, basıncın düşük olduğu alanı 2 boyutlu anlatımda temsil ediyor. Karanlık Profille olan bazı fikir teatilerinde bunu biraz daha deştik. Kütle ne kadar yoğun ise, dokuda o kadar derine batıyor.Ve o kadar büyük bir düşük basınç alanına sebep oluyor. Sorun bu "derine batmayı" tanımlayamayışım da ... Neye göre ve nasıl derine batıyor? Şimdilik bilemiyorum.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

@Muzaffer Erdem, Teşekkürler.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0