Gaz Devi Jüpiter
Güneş sistemine en yakın olan Merkür, Venüs, Dünya ve Mars’ın hemen ardından gelen dış gezegenlerin ilk sıradaki ve devasa üyesi Jüpiter ile yakından tanışalım. Güneş sisteminin en büyük gezegeni olan Jüpiter adını Roma tanrılarının en büyüğünden alır. Jüpiter adeta kendi başına bir güneş sistemidir.

Gezegenin 63 tane uydusu bulunur. Bunların 4’ü çok büyük ve parlak diğerleri ise çok küçük ve solukturlar. Bu gaz devi o kadar büyüktür ki dünya çapının 11,2 katı büyüklüğünde ve güneş sistemindeki tüm gezegenlerin toplamının 2,5 katını sığdırabilecek yoğunluktadır.  Boyutuna göre ise ağırlığı oldukça hafiftir. Bunun sebebi, genel olarak çok sıkıştırılmış sıvı Helyum ve Hidrojenden oluşmasından kaynaklanır. Bu devasa gezegen evrendeki en dayanıksız maddelerden meydana gelmiştir. Yumuşak kütlesi sayesinde çok iyi hareket eder. Jüpiter, kendi etrafında çok hızlı bir şekilde döner ve bu durum ekvatorda şişkinliğe neden olur. Dönme hızı dolayısı ile bir Jüpiter günü 9.22 saattir. Bu diğer gezegenler arasında en kısa gündür. Merkezinde ağır metallerle birlikte bulunan buzdan oluşmuş bir çekirdeğin yer aldığı tahmin edilmektedir. Jüpiter’in 50.000 km kalınlığındaki derin iç mantosu güneş sistemindeki en güçlü manyetik alanı oluşturur. Jüpiter’in manyetosferi inanılmaz yoğunlukta radyasyonlu ve aşırı sıcak bir bölgeyi oluşturmaktadır. Bu manyetik alan o kadar büyüktür ki Dünya’dan görülebilseydi bir dolunay büyüklüğünde seçilebilirdi. Geceleri gökyüzünde oldukça parlak bir yıldız gibi görünebilen bu gezegenin yüzeyinde durmak bilmeyen şiddetli fırtınalar ve basınç değişimleri ile meydana gelen koyu ve açık renkli şeritler yer alır.

Yüksek basınç altındaki gazlar atmosfer arasından yükselerek daha parlak şeritleri oluşturur. Bunlara bölgeler adı verilir. Bölgeler, atmosferdeki yüksek konumlarından dolayı enlemsel yönde yayılır ve batarlar. Bu daha koyu ve düşük basınçlı çizgileri oluşturur. Bu çizgilere de kuşaklar denir. Bölgeler ve kuşaklarda meydana gelen yüksek basınç farklılıkları şiddetli ve devasa boyuttaki kasırgalara neden olur. Yıldırımlar dünyadakinin 100 katı gücünde, dolular bir futbol topu büyüklüğündedir. Bu kasırgaların birçoğu uzun yıllardır devam etmektedir. Öyle ki Voyager 2 aracının çektiği meşhur kırmızı lekenin varlığı 17. Yüzyıldan beri bilinmektedir. Lekenin renginin birtakım kimyasalların etkisi ile kırmızı olduğu tahmin edilmektedir.  Voyager’ların gönderdiği raporlarda kırmızı lekeye dair herhangi bir veri bulunmamıştır. İçine birkaç dünyanın sığabileceği bu büyük fırtınanın 300 yıldır devam etmesinin sebebi henüz anlaşılamamıştır. Dev gezegenin aynı zamanda Satürn halkaları gibi fakat daha ince tanelerden oluşan halkaları vardır ve gezegene yakınlık sırasıyla HALO, MAIN ve GOSSAMER adı verilen üç sınıftan oluşur.

Galileo Galilei, 1610 yılında yaptığı teleskop gözlemi ile Jüpiter’in açık ve koyu renkteki şeritlerinin varlığının yanı sıra Jüpiter’in 4 önemli büyük uydusu olan ve günümüzde Galileo uyduları olarak adlandırılan Ganymede, Callisto, Io ve Europa’yı keşfetti.  Dünya’dan bağlantısız bir şekilde başka bir cismin etrafında dönen cisimlerin keşfi Dünya’nın evrenin merkezi olmadığını kanıtladı. 1990’ların ortalarına kadar Jüpiter hakkındaki ayrıntılı bilgiler Pioneer ve Voyager araçlarının fotoğraflarına dayanmaktadır. Sırasıyla 1972 ve 1973 yıllarında gönderilen Pioneer 10 ve 11, Jüpiter’in ilk yakın fotoğraflarını çektiler. Pioneer uzay araçları Jüpiter’in Manyetik alanının şiddetini ve atmosfer kuşağının tahmin edilenden çok daha yoğun olduğunu gösterdi. Bu sebeple sonrasında gönderilecek olan Voyagerlar’ın yapım aşamasında yüksek dozda radyasyon göz önünde bulunduruldu. Her ikisi de 1977’de gönderilen Voyager 1 ve 2 o ana dek sadece Satürn’ün sahip olduğunu bilinen Jüpiter halkalarını keşfettiler ve önemli uydulardan bazılarını detaylı biçimde haritalandırdılar.

Peki, bir uydu volkanlar ile kaplıyken yakınındaki nasıl buzlarla kaplı olabiliyordu. Ve Jüpiter’deki bulutların sırrı neydi. Galileo uzay gemisi bu soruların cevabını bulmak üzere 1989 yılında 6 yıl süren bir yolculuk için dünyadan ayrıldı. İlk üç yıl, olağan hızla çevreden uzaklaşmakla geçti.  400 milyon km sonra Jüpiter’in çekim alanına girdi. Galileo Jüpiter’in etrafında bir yörüngeye sabitlendikten sonra Jüpiter’e doğru saatte 100 km hız ile bir atmosfer sondası fırlattı. Sonda atmosfere girdiği ilk anlarda tuhaf görünümlü ve yoğun bulutlar ile karşılaştı. Bu bulutların üzerinde farklı kimyasallar tespit etti. Amonyak, Hidrojen sülfür ve su bulunduğuna dair raporlar gönderdi. Bu derin su bulutları Jüpiter’deki şiddetli yıldırımlarında kaynağını oluşturuyor. Sonda, atmosferden aşağılara indikçe basınç ve sıcaklık artışı gözlemledi. Bu aşamada bulutlar sonlanıyordu ve sonda yüzeyin 160 km altında kayboldu. Yok, olana dek sadece sıcak gazları rapor edebildi. Herhangi bir katı yüzey gözlemleyemeden korkunç atmosfer koşullarının etkisiyle parçalandı. Ana uzay aracı 8 yıl gezegenin yörüngesinde kaldı. Bu süre içinde gezegenin havasını ve uydularını gözlemledi. Galileo Jüpiter’deki bulut katmanlarını ayırt edebilen ilk uzay aracıydı. Galileo’dan sonra yola çıkan Cassini uzay aracı her ne kadar asıl hedefi Satürn ve uyduları olsa da yolculuğu esnasında Aralık 2000’de Jüpiter’e 9,7 km uzaklıktan geçti. Bu esnada önceki uzay araçlarının raporlarını tamamlar nitelikte veriler yolladı ve o ana dek ki en iyi fotoğrafları çekti.

Sonda, ancak Jüpiter’in dışındaki en ince yüzeye girdi. Gerçek kozmik bulmacayı çözmek için Jüpiter’in derinliklerine inmek zorundayız. Görünürde ulaşılabilecek bir son yok. Hissedilebilir bir yüzey yok. Jüpiter adeta hayalet bir gezegeni andırıyor. Araştırmalar sonucunda elde edilecek bulgular aynı zamanda bize Jüpiter gibi bir gaz devinin nasıl oluştuğunu da gösterecek.  Bir tahmine göre eğer Jüpiter’in kütlesi daha fazla olabilseydi o zaman kütle çekim etkisiyle daha fazla sıkışarak ısınır ve böylece bir yıldıza dönüşebilirdi. Muhtemelen Jüpiter güneş sisteminin ilk zamanlarında çok daha fazla ışıldıyordu. Fakat sonrasında soğumaya başladı ve yıldıza dönüşememiş dev bir gaz kütlesi olarak güneş sisteminde varlığını sürdürmeye devam etti.

Kaynaklar
National Geographic , Naked Science Journey To Jupiter (Belgesel).
Mark A. Garlick  (2008), Atlas of the Universe (Evren Atlası, Alim Rüstem Aslan Çev.), NTV yayınları.

Betül Cansu
Selçuk Üniversitesi / Endüstri Mühendisliği -

2 yorum

  • Halil Terzi
    Halil Terzi
    9 yıl önce

    Çok lezzetli bir yazı. Ölçüler ve kimyası çok değişik bir tat uyandırdı. Teşekkürler.

  • Burtay Mutlu
    Burtay Mutlu
    9 yıl önce

    Ek Not: Io en içte olarak yoğun manyetik alana ve Jüpiterin kütleçekimine maruz kaldığı için, yüzey sıcaklığı diğerlerinin aksine çok yüksek (sanırım 1500- 2000 derece civarı). Diğerleri de Jüpiter'in çekim gücünden etkileniyor ve tektonik hareketler oluyor. Bu enerji yaşam için kaynak olabilir. Hatta kalın buz tabakasının altına (Europa) yaşam formları bile olabilir. Hatta bu sav hakkında flimler yapılmış, kitaplar yazılmış durumda. (Arthur C.Clarke- Space Odyseyy 2001 ardından yazdığı 3 ardıl kitapta bu olasılığıda kitabına eklemiş). Jupiter uyduları insanlığın güneş sistemine açılmasında durak ve doğal kaynak olarak kullanılacak gibi gözüküyor.