2

Güzel bir konuya değindiniz Kemal Bey. Eskiden beri ilgimi çeken Plasebo için, kısaca hastaya ilâç diye verilen tesirsiz madde, sahte ilaç diyebiliriz. Plasebo etkisinin geçerli olabilmesi için çok önemli ilksel bir şart var; kişi öncelikle "asıl"a inanmış olmalıdır! Açıktır ki bir şeyin sahtesi var ise onun bir de aslı vardır. Peki insanları bir şeyin ASIL olduğuna inandırmak kolay mıdır? Kolay olmadığını biliyoruz.  Sebep ise insanın 0-6 yaş arasında edinmiş olduğu, dünyayı algılamasına sebep olan, kendi ve ötekiliği oluşturan temel bilgilerin sonradan yıkılamaz güçte oluşudur. Dünyanın genelinde kültürlere göre farklılık gösterse de ezici çoğunluğun tabi olduğu bilgiler büyük oranda örtüşür ve böylece aynı devirdeki dünya insanları ortak bir rüyayı görebilme ehliyetini edinir. Bu bir yandan büyük bir başarı olmakla birlikte diğer yandan, başka bir rüyaya ya da gerçekliğe geçmenin önünü kesin biçimde kapatan bir engeldir de. Yani ilaç aynı zamanda zehirdir! İnsanlar gözleriyle gördüklerine inanmaya eğilimlidirler fakat "temel bilgiler" (ortak rüya için bebeklikte alınan ilaç) onları bu konuda da şüpheci olmaya iter; çünkü birçok kötü/dolandırıcı insan vardır ve göz boyama sanatı ile insanı kandırabilir ve yoldan (ortak rüyadan) çıkarabilirler. Adına makul şüphe denilen bu "korku aşısı" gerçekten de fevkalade işe yaramaktadır. Makul düzeyi aşarsa bu durumda kişiye paranoya tanısı konur ve seviyesi normal(!) düzeye indirilmeye çalışılır. İçgüdüsel ve animistik dönemlerde, insanlar doğanın gücüne ve onunla konuşabilen şamana, sonuçlarını gözleriyle müşahede ettikleri için inanıyorlardı, böylece onların ASILları bizzat kişisel deneyimlere dayanıyordu. Belki bu sebeple bir nesilden diğerine ya da bir yörenin şamanından diğer bir şamana göre ASILlar değişebiliyordu. Giderek feodal yapılar ve onun da yerini tek tanrılı dinlerin yönetimleri aldı. Bu kez insanlar gözleriyle görmedikleri, bizzat deneyimlemedikleri hatta birinci ya da ikinci elden deneyimleyenle bile karşılaşmadıkları halde "temel bilgiler" (0-6 yaş yapılandırması)yoluyla ASILlar elde etmeye başladılar. Bu dönemin ASILları çok keskindi ve nerdeyse üçbin yıl boyunca tartışmasız hüküm sürdüler. Bu keskin dönem süresince gerçeği ilk elden görme(!) çalışmaları, insanın birey bilincinin esas alınmasına yönelik erken dönem bilimsel faaliyetleri dini yönetimlerden gizli sürdürülmekteydi. Bu gurup çalışmaları bazen de kişisel girişimler çok dikkatli olmak ve yer altında konumlanmak durumundaydı çünkü kolayca şeytanla ilişkilendirilebiliyor ve ASIL için tehlike arz ettiği gerekçesiyle zalim cezalara çarptırılabiliyorlardı. Erken dönem bilimcileri çoğu kez faaliyetlerini mensup oldukları dine ve kutsal kitaplara dayandırmak durumunda kaldılar. Derken yaklaşık üçyüz sene kadar önce başlayan bir açılma dönemine girildi. Bilim yöntemi alenen kullanılabilmeye başlandı. İletişim araçlarının artmasının da yarattığı ivme ile farklı konularda araştırma yapan bilimciler birbirleriyle temas edebildiler ve buluşlar her on yılda daha da artan bir hızda dünyayı kasıp kavurmaya başladı. Böylece Ken Wilber'in Her Şeyin Teorisi kitabında detaylandırdığı çeşitli araştırma verileri açıkça gösterdi ki, dünya nüfusunun %50 si Bilimin gücüne iman etmektedir! İşte böylece ASILları belirleme imtiyazı Bilim Yöntemi'nin eline geçti. Kral öldü yaşasın kral! Bilim yönteminin “genelleştirme” kıstasını yoğunluklu olarak kullanışının da bir sonucu olarak ortalamanın dışına atılan, görmezden gelinen bazen de hatalı üretim gibi görünen bölük pörçük unsurlar, dünyada bir yandan gelişmekte olan “kendini özgürce ifade etme” rüzgârından (yeşilci ve hümanist akımlar) yararlanarak kazan kaldırmaya başladı. Dikkate alınmayan bu olasılıklar, gerek dıştan (terör, aykırıcılık, anarşi, fantastik vs) gerekse içten (toplu olarak nevroz diye nitelendirilebilecek) insanlığın toplu rüyasını ve ASILlarını tehdit eder oldular. Yüz sene kadar önce dünyada gerçekten de özel bişeylerin başladığını, yepyeni bir ASIL’a doğru ürkek adımlar atıldığını görebiliyoruz. Bunlar psikoloji alanında (Freud, Jung, Adler vs), sosyoloji, antropoloji, edebiyat, felsefe ve özellikle fizik alanında duyuluyordu. Her neyse, yeniden ana konuya dönmek istiyorum, plasebo etkisini mevcut ASIL (bilim yöntemi) onayladığına göre bu muhteşem etkiyi, hayat kalitemizi yükseltmek adına nasıl kullanabiliriz? Not: Yazdıklarım bir çok genelleme ve çift anlamlılık içerdiğinden peşinen özürlerimi belirteyim.

Sibel Atasoy 7 yıl önce 0
0

Bir diğer başlıkta belirtmiştim öylesine yazmışım açıklamasız(pardon). Şöyle ki; Don Beck ve Christopher Cowan’ın Spiral Dinamik adını verdikleri bir yaklaşımda, insanın gelişmesinin sekiz genel evreden geçtiğini kabul eder, bunlara mimler de denilmektedir. Spiral Dinamik için basitçe mim, herhangi bir harekette açıklanabilen temel bir gelişim evresidir. Beck ve Cowan, mimlerin (evrelerin) katı düzeyler olmadığını, sonuçta bir ağ örgüsünü ya da göz önüne serilen bilincin dinamik spiralini oluşturan, üst üste binen ve birbirine karışarak akan dalgalar olduğunu onaylar. Spiral simetrik değildir, saf tiplerden çok eklenen birçok karışımla düzensizdir. Bunlar birer mozaik, ağ gözü ve karışımdır. İlk altı düzey, birinci düşünce katı ile gösterilen geçinme düzeyleridir. Sonra bilinçte devrim niteliğinde bir değişim oluşur; belli başlı iki dalganın bulunduğu var olma düzeylerinin ve ikinci düşünce katının ortaya çıkmasıdır bu. Bu sekiz dalganın beşincisi Bilimsel Başarı olarak tanımlanmış ve yaptıkları araştırmaya göre dünya nüfusunun %50 si ile Gücü eline almış. Yani kısaca insanlar dine ya da başka inançlara sahip gibi görünüyor ve kendilerini tanımlıyorlarsa da farkında dahi olmadan Bilimin gücüne tabi olarak yaşamaktalar. Eğer konu ilginizi çekerse bu konu hakkında yaptığım uzun özeti okuyabileceğiniz adresi paylaşıyorum: http://sibelatasoy.com/insan-bilinci-projesi/

Sibel Atasoy 7 yıl önce 0