0

Merhaba, herkese "Yanılıyorsun, tek bir foton ya da bir ışık demeti kütle çekimi oluşturur, uzay zamanı büker. Uzay zamanı büken şeyin sadece kütle olduğunu düşünürseniz böyle yanılmanız normaldir. " kısmından devam edersek. Uzayı büken şeyin kütle olmadığını ve kütle çekimi diye bir kuvvetin olmadığını düşünüyorum. Eğer fotonların kütlesi olduğunu varsayarsak, durgun foton (ki hiç görülmemiştir) kütlesi olması gerekir. (Zaman yavaşlatma deneylerindeki fotonda, hala ışık hızında yol alıyor kendince) Eğer tek bir foton ya da ışın demeti uzayı büküyorsa, bunu kanıtlamak kolay. Lazer ışınları ile deneyler yapılabilir. Ama büken asla kütle değildir. ENERJİDİR. Kütle sadece yoğunlaşmış, enerjidir. Başka bir şey değil. Foton normal uzay-zaman dokusundaki bükülmeleri takip eder ve karanlık profile hak vererek, kütlesi olmadığı için bu dokuya batmadığından, elektromanyetik dalgalarla aynı hızda taşınabilmektedir. Peki, varsa bilmiyorum ama deney sonucu bir lazer demeti, uzayı bükmüş ise, bu fotonların momentumlarındaki enerjiden dolayı bile değildir. Bu onları taşıyan elektromanyetik dalgalanın taşıdığı - aktardığı enerjiden dolayı olmalıdır, bence... Yani buradan katıldığım bir yaklaşımdan faydalanarak, enerji ancak hareket halindeyse, uzay-zaman'ı büker de diyebilirim. Mutlak sıfırla ilgili deneyleri derinlemesine bilmiyorum. ama bu haddede soğutulan parçacıkların dalga özelliğine dönüşmelerinden de ciddi bir ders çıkarmak gerektiği kanaatindeyim, bu arada... Foton kutusundaki deneyi düşünürsek, foton taşıdığı momentum enerjisi ile bir tür alan oluşturuyor. Bu kutunun kabının foton geçirmez ve enerjisini absorbe etmez olduğunu varsayarsak, foton burada kendisine ait bir titreşim alanı oluşturuyordur. İşte bu titreşim alanının hareketi, bildiğimiz uzay-zaman tarafından bir kütle imiş (aslında kütleli algılamanın temeli de aynı mantık sadece alanlar çok küçük) gibi tespit ediliyor. Fotonun kaç boyutu olduğu konusundaki tartışmalara girmiyorum. Benim için önemli olan iki harekete sahip olması. Bir tanesi elektromanyetik dalgalara karşı "sıfır" dirençli hareketi. Ki sörf yapmasına olanak sağlıyor. İkincisi bu hareket yönüne dik olarak yaptığı titreşim ki bu da momentumunundaki enerji sağlıyor. Eğer karanlık profilin belirttiği gibi, fotonun enerjisinin çoğu manyetik alanda ise, (bu konuda bilgim yok, onunkine dayanıyorum) bu hareket yönüyle dik açıdan momentum taşımasını da açıklar. Karanlık profilin sorusuna gelince, boyutu, ortak tanım olarak "titreşimin vektörü" şeklinde ele alırsak. Boyutun oluşması için , bir "hareketin" olması gerektiğinin şart olduğunu görüyoruz. Hareket yok ise, o bir olasılıktır ve biz onu kıvrık, kıvrılmış boyut olarak tanımlıyoruz. Ya da hareket alanı çok ama çok dar ise, onu çok küçük boyutlardan bir olarak ta ele alabiliriz. Neyse, eğer harekete bağlıyorsak, bunun anlamı hareketin içinde gerçekleşeceği bir "mesafenin" olması gerektiğini de öngörmemiz gerekir. Böylece, elimizde bir hareket yönü- vektörü ve alanı olur. Ben titreşim diyorum, başka biri başka bir kavram. Ama hepside harekete ve bu hareketin gerçekleşeceği alanlara muhtaç. Şimdi elimizde bir mesafe -hareket alanı olduğuna göre, tüm parçacıkların aynı yönlü vektörlerini toplarsak; x,y,z sonuçlarını bulabiliriz. Bu bir kütlenin uzay-zamandaki ebatlarını da gösterebilir. Ya da bir hareketin varacağı noktanın koordinatlarını da... Kullanımına göre değişir. Buradan bir boyut tanımının yapılması için, titreşen bir enerji, bir titreşim alanı ya da bir titreşim hareketi, bu titreşime ait bir yön vektörü, bu hareketin gerçekleşmesini sağlayacak bir mesafe temel ihtiyaçlardan gözüküyor. Titreşim vektörü olan ve üst üst toplayabildiklerimiz, somut, uzamsal boyutlar olarak karşımıza çıkıyor. Hareketin sadece bir titreşim alanında (Planck Mesafesinde) olduğu ve bittiği vektörlerin toplamı ise, soyut boyutlular (boyutumsu da olabilir) zaman gibi (ve bence "hız") görüyoruz. Hareketin olmadığı olası vektörlere ait boyutları da, kapalı olarak tanımlıyoruz.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

Devam- "Teorik olarak yeterince ışığı tek bir noktaya odaklarsanız kugelblitz adında maddeden oluşmuş karadeliklerden hiç bir farkı olmayan bir karadelik bile oluşturabilirsiniz." Eğer odaklama yapıyorsanız, o noktaya odakladığınız fotonları taşıyan elektromanyetik dalgaların enerjisi + fotonların momentumlarındaki enerjidir. Bu yüzden mümkün. Titreşmeyen bir malzeme bilmiyorum. Eğer mutlak sıfıra inerse, görünen titreşimini kaybeden kütle parçacıkları bile dalga özelliğine kavuşup, gene bir titreşim alanı koruyorlarsa, titreşim (kaynağı konusundaki farklı yaklaşımlara rağmen) yok ise, kütleli parçacıkta yok demektir. Fotonda titreşiyor olmalı. Aksi halde momentumu olamaz, taşıyamaz... Çünkü momentumun bileşenlerinden biri hareket diğeri olan kütle yerine enerji var denklemde sadece. Kütle de yoğun enerji olduğuna göre, denklem değişmiyor. Not: Bu arada madde parçalanması veya birleşmesi sırasında açığa çıkan enerji aklınıza gelebilir. Bu o parçacıkları bir arada düzenli ve dengeli tutan kuvvetlerin, dengelerinin değişmesi sonucu, yeni sistem(ler)e dönüşürken açığa bırakılan enerjiler. Güç, hiç bir şeyde gereksiz enerji kullanmaz. Her sistemi mümkün olan en düşük, minimum enerjiyle, maksiumum verim alacak şekilde ayarlamış. Bu şekilde sistemler sürekli çok hassas bir dengede, kaosun kıyısındadırlar. Çünkü enerjiyi en verimli şekilde kullanmak tüm sistemlerin yapısında. Parçacıkları birleştirdiğimizde veya ayrıdığımızda (füzyon, fizyon) yeni sistem(lerin) dengesi için gereksiz olan enerjiler serbest kalıyor sadece.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

Devam- "Teorik olarak yeterince ışığı tek bir noktaya odaklarsanız kugelblitz adında maddeden oluşmuş karadeliklerden hiç bir farkı olmayan bir karadelik bile oluşturabilirsiniz." Eğer odaklama yapıyorsanız, o noktaya odakladığınız fotonları taşıyan elektromanyetik dalgaların enerjisi + fotonların momentumlarındaki enerjidir. Bu yüzden mümkün. Titreşmeyen bir malzeme bilmiyorum. Eğer mutlak sıfıra inerse, görünen titreşimini kaybeden kütle parçacıkları bile dalga özelliğine kavuşup, gene bir titreşim alanı koruyorlarsa, titreşim (kaynağı konusundaki farklı yaklaşımlara rağmen) yok ise, kütleli parçacıkta yok demektir. Fotonda titreşiyor olmalı. Aksi halde momentumu olamaz, taşıyamaz... Çünkü momentumun bileşenlerinden biri hareket diğeri olan kütle yerine enerji var denklemde sadece. Kütle de yoğun enerji olduğuna göre, denklem değişmiyor. Not: Bu arada madde parçalanması veya birleşmesi sırasında açığa çıkan enerji aklınıza gelebilir. Bu o parçacıkları bir arada düzenli ve dengeli tutan kuvvetlerin, dengelerinin değişmesi sonucu, yeni sistem(ler)e dönüşürken açığa bırakılan enerjiler. Güç, hiç bir şeyde gereksiz enerji kullanmaz. Her sistemi mümkün olan en düşük, minimum enerjiyle, maksiumum verim alacak şekilde ayarlamış. Bu şekilde sistemler sürekli çok hassas bir dengede, kaosun kıyısındadırlar. Çünkü enerjiyi en verimli şekilde kullanmak tüm sistemlerin yapısında. Parçacıkları birleştirdiğimizde veya ayrıdığımızda (füzyon, fizyon) yeni sistem(lerin) dengesi için gereksiz olan enerjiler serbest kalıyor sadece. Foton kutusu ile ilgili başka sorgular: https://physics.stackexchange.com/questions/137316/photons-inside-a-box https://physics.stackexchange.com/questions/10612/explain-how-or-if-a-box-full-of-photons-would-weigh-more-due-to-massless-photo ÖZETLE; Fotonların momentumlarında yatıyor cevap. Eğer bu açıdan bakarsak, en temel parçacıkların içinde de gene kütlesiz enerji paketçiklerinin titreşimi var.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

Bir eksik vardı, şimdi hatırladım. "Benim merak ettiğim nokta, (parçacıkların kendi kütlelerini bir kenara bırakırsak) maddenin enerji yoğunluğunun hangi durumdan ya da miktardan sonra farklılaşıp kütleye döndüğünüzü düşündüğünüz aslında. " sorusu... Evrenimizdeki tüm kütleleşmiş parçacığın tüm toplam enerji varlığına oranı "onbinde onaltı" diye hatırlıyorum. Rakam yaklaşık ve hatalı olabilir ama %1 bile etmiyor diye hatırlıyorum. Üstelik enerjiden maddeye dönüşüm de bir daha tekrarlamıyor. Yani sanal parçacıkların anlık varlık ve yoklukları haricinde , kalıcı bir madde oluşumu yok. Üstüne üstlük, bol miktarda madde hala yıldızlarda enerjiye dönüşüyor. Bu kadar küçük orandaki madde için ilk aklıma gelen, çalkantılı bir fırtınadan sonra, deniz yüzeyinde kalan köpükler kadar hükmümüz ve geçerliliğimiz (kütleli-madde olarak) olduğu... Kütlenin oluşması için özel şartların gerektiği ve Necmi Bey'in de ifade ettiği gibi, sadece başlangıçta bunun mümkün olduğunu anlıyoruz. Buradan çıkartacağımız ilk şart. Çok büyük bir enerji miktarının ancak çok azının kütleleşebileceği... İkincisi; bu oluşan kütlenin varlığını sürdürmesi için gerekli koşulların evrenimizde şu an olmadığı (ki sanal parçacıklar bunun kanıtı) Üçüncüsü; Çok yüksek basınç ve sıcaklık altında, çok büyük kuvvetlerin kendi aralarında kurduğu bir denge sistemi olduğu. Bu şekilde, bu dengeleri bozduğumuz zaman açığa enerji çıkıyor. (Nükleer rekasiyonlarda) Dördüncüsü; bu kütleleşen enerjinin kendi içinde çok dengeli ve birbirini nötrleyen sistemler oluşturdukları. Yani knedi içlerindeki dengelerden dolayı, kararlılıklarını sürdürebiliyorlar.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

Bir eksik vardı, şimdi hatırladım. "Benim merak ettiğim nokta, (parçacıkların kendi kütlelerini bir kenara bırakırsak) maddenin enerji yoğunluğunun hangi durumdan ya da miktardan sonra farklılaşıp kütleye döndüğünüzü düşündüğünüz aslında. " sorusu... Evrenimizdeki tüm kütleleşmiş parçacığın tüm toplam enerji varlığına oranı "onbinde onaltı" diye hatırlıyorum. Rakam yaklaşık ve hatalı olabilir ama %1 bile etmiyor diye hatırlıyorum. Üstelik enerjiden maddeye dönüşüm de bir daha tekrarlamıyor. Yani sanal parçacıkların anlık varlık ve yoklukları haricinde , kalıcı bir madde oluşumu yok. Üstüne üstlük, bol miktarda madde hala yıldızlarda enerjiye dönüşüyor. Bu kadar küçük orandaki madde için ilk aklıma gelen, çalkantılı bir fırtınadan sonra, deniz yüzeyinde kalan köpükler kadar hükmümüz ve geçerliliğimiz (kütleli-madde olarak) olduğu... Kütlenin oluşması için özel şartların gerektiği ve Necmi Bey'in de ifade ettiği gibi, sadece başlangıçta bunun mümkün olduğunu anlıyoruz. Buradan çıkartacağımız ilk şart. Çok büyük bir enerji miktarının ancak çok azının kütleleşebileceği... İkincisi; bu oluşan kütlenin varlığını sürdürmesi için gerekli koşulların evrenimizde şu an olmadığı (ki sanal parçacıklar bunun kanıtı) Üçüncüsü; Kütlenin çok yüksek basınç ve sıcaklık altında, çok büyük kuvvetlerin kendi aralarında kurduğu dengeli sistemi olduğu. Bu şekilde, bu dengeleri bozduğumuz zaman açığa enerji çıkıyor. (Nükleer reaksiyonlarda) Dördüncüsü; bu kütleleşen enerjinin kendi içinde çok dengeli ve birbirini nötrleyen sistemler oluşturdukları. Yani kendi içlerindeki dengelerden dolayı, kararlılıklarını sürdürebiliyorlar. Beşincisi; evrenimizdeki mevcut bazı koşulların bu sistemleri bir şekilde destekledikleri, korudukları... Kendi bakışımdan nasıl yorumluyorum? Bana göre, büyük patlama esnasında enerji paketçikleri arasında homojenlik ve harmoni bozulduğunda, bu eneji paketçikleri de titreşmeye başladı. Bu esnada çoğu paketçik yeterli alan olmadığı için, birbirini engelliyordu ama gene de açılan aralardan titreşim yapabilenler, kendi alanlarını genişlettiler. Ancak koşullar değiştikçe, yani genişleme ile alan büyüyünce özellikle büyük şişme anında, bu kütleleşen parçacıkların büyük bir kısmı kütleli hallerini koruyamadılar. Daha küçük enerji içeriği ile daha küçük parçacıklar kaldı. Kalan çoğunluk enerji paketçikleri ise bu hızla açılan alanlara itildiler. Bunlar için her yönden hareket alanı açıldığı için, diğer enerji paketçikleri ile yoğunlaşıp sistem kurmalarına gerek kalmadı. Sadece her yönden genişleyip, bir bakıma boyutsuz kaldılar. Bugünkü evrenin dokusunun "uzay kısmını" oluşturdular. Ancak bunların genişlemesi esnasında ittikleri ve sistem kurmuş paketçikler, bu hareket sayesinde, doğal kapasitelerinin üstünde bir enerjiyi momentum olarak bünyelerine aldılar. Tabii bu oran çok düşük kaldı. Bunu daha önce zihin deneyi olarak önerdiğim, içi hava dolu milyonlarca balonun sıkıştırıldığı kabın birden genişlemesi olarak düşünebilirsiniz. Bu durumda balonların hepsi genişlemek isteyecektir ama bir kısmı diğer bir kısmını iterken, ittiklerini aldıkları şekillerde kalmaya zorlayacaklardır. Daha sonra bu kuvvetin yerini, ters yönlü bir dalgalanım hareketi olan "zaman" ile tamamlandığını düşünüyorum. Böylece bu paketçikler bir yandan genişleme ile ileri itilirken, bir yandan "zaman" dalgaları ile geriye doğru sıkıştırılıyorlar. Bu şekilde dengede kalıp kararlılıklarını sürdürmek için gerekli enerji sürekliliğini de kazanıyorlar. İlk dönemlerde evrenin daha küçük olduğu zamanlarda, kütle çekimi nedeniyle evrenin genişlemesinin yavaş olduğu ancak 5 milyar yıldan sonra hızlanması ile ilgili bir durum sorgulanmıştı. Onun da bakışımdan nasıl ele alınacağına baktım. Bana göre kütle çekimi denilen kuvvet, hareketli enerji yoğunluklarının, uzay-zaman dokusunda bu hareketleri ile oluşturdukları düşük basınç alanlarıdır. İlk baştaki ortalama kütle-yoğun enerji zenginliği, bu düşük basınç alanlarının daha geniş alanlarda olmasına etki ettiğini sanıyorum. Yani birbirlerini tutuyorlardı. Bunu şuna benzetiyorum. Av saçmaları ile suya ateş edildiği zaman, saçmalar hızları yüksek iken birbirlerine yakın duruyorlar. Aralarındaki düşük basınç alanı onları bu şekilde durmaya zorluyor. ancak ilerleyip, aralarındaki mesafe artıp, bu düşük basınç alanlarının kuvveti bunları bir arada tutmaya yetmeyince, ayrılmaya başlıyorlar. Kısa bir süre sonrada düşüyorlar- duruyorlar. Sebebin buna benzer bir yapıdan kaynaklandığını düşünüyorum. (Ama daha eksiğim var bu konuda.)

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

@Vide Supra; sanırım sizin bahsettiğiniz "emergent" https://www.forbes.com/sites/startswithabang/2017/02/28/is-dark-matter-about-to-be-killed-by-emergent-gravity/#40fbb79e5359 linkindeki "emergent" Türkçeye acil olarak çevirsekte kullanımındaki anlamı; "hazır kütleçekimi" , zaten mevcut olan ve depolanmış bir kütleçekimini kast ediyor. Onun bu durumu için "emergent" terimi kullanılıyor. Türkçe'de benzer mantıkta kullanım mesela, silahlı kuvetlerde var. Acil durumlarda müdahale etmek için sürekli hazır tutulan mangalara "Hazır Kıt'a veya Manga" deriz. NATO'dan geçme; Emergency Task Force ) Yazının içerğine bakınca, anlatmak istedikleriniz daha iyi kavradım. Bazen bir şeyler anlatırken, kullandığınız terimi nereden öğrendiğinizin kaynağını da eklerseniz (tüm arkadaşlar için geçerli) daha zengin ve geniş bir çerçeve de bilgi ve fikir alışverişi olacaktır. Evrenin başka bir evrenin devamı olarak ele alan ve bir miktar hazır kütle ile işe başlamış olduğunu öngören bir yaklaşıma benziyor. Özetle, kütleçekiminin 4 temel kuvvettten biri olmadığına dayanan bu yaklaşım bence yarıyarıya doğru. Evet, kütleçekimi 4 temel kuvvetten biri değil. Çünkü yapıları ve işleyişleri farklı. Buna karşılık 4 temel kuvvetin sebebi ve etki şekli "aynı" sadece büyüklük ve yoğunluklara göre verilen tepkiler farklı. Parçacık mantığı ile olguları ve sonuçları ele aldığımız sürece, her parçacığın bireyselliği gibi farklı farklı nedenler ve ilişkiler üremek zorunda kalıyoruz. Oysa bütün bunları tek bir sistem olarak, sistemin birbirine bağımlı alt parçaları olarak ele almalıyız... Bu nedenle "emergent gravity" fikri şimdilik bana tutarlı gelmedi. (Çalışma PDF'sini indirdim. Okuyunca fikrim değişebilir.) Karanlık enerji, karanlık madde, madde, kütle, enerji, C, kuantum dalgalanması, temel parçacıklar, spin, karadelikler, sicimler, higgs alanı vs. hepsi aynı sistemin işlerliğinin birer parçası... Bireysel olarak (parçacık gibi) teker teker ele alıp tabloya bakmaya çalışıyoruz. Tabloya tümden bakıp, parçacıklar arasındaki ilişkilere pek bakmıyoruz. Örneğin karanlık madde, maddenin ve enerjinin bir yan ürünüdür bu işlevi de kütle çekimi kuvveti (düşük basınç alanı) sağlıyor. Madde ve/veya enerji yok ise, karanlık madde de yoktur veya çok azdır. İkisi büyük ölçeklerde (galaksi boyutlarında) birbirini tamamlayan elemanlar. Necmi Bey! Yeterince dinlenmişsinizdir artık, di mi?

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0
0

Burtay Bey, Sorun yorulma, dinlenme sorunu değil. Boşuna ve kaybedilmiş bir mücadeleyi sürdürmenin anlamsızlığı... Genç nesil yeni teknolojiyle önüne geçilemez bir şekilde garip bir ilişki kurmuş. "Araştırma yapmak" deyince internette araştırmayı anlıyorlar. Yani bir nevi "internet" e köle olunmuş. Toplumun büyük bir kısmı boş gevezelikle kullanıyor. Ama asıl vahim olanı, eğitim almış, yabancı dili olan insanlar da bu köleliğe razı olmuşlar. Onlarınki daha kötü. Kölelikten kurtulmak bir yana, yaşamlarının önemli bir kısmı veya geçimleri bile bu özelliklerine bağlı olduğu için özgürlüğü seçemezler, siz vermek isteseniz karşı çıkarlar ve savaşırlar. Peki, internet veya diğer iletişim araçları kimlerin elinde? Dünyayı kontrol etmek isteyen güçlerin ve elbette sermayenin elinde. Bunlar kendi insanlarını yıllar boyu "uzaylılar" "51. Bölge" "üstün güçlü kahramanlar" "süpermen" gibi şeylerle idare ettiler. Şimdi de internet sayesinde tüm dünyayı aynı şekilde idare etmenin kolaylığını öğrendiler. Bilimi istedikleri gibi manipule edebilir, yönlendirebilir. tehlikeli konulara ulaşılmasını engelleyip, saçma sapan bilgiler doldurup diğer ülkelerin kendilerine bağımlı kalmasını, korkmasını sağlayabilirler. İstedikleri hikayeyi yazıp, istediklerini kahraman yapabilirler. Buna engel olunamayacağını anladım. Biz sicim teorisinden bahsediyoruz, bir arkadaş internette bulduğu, etiketi profesör olan üstelik ingilizce ve bir sürü denklem doldurulmuş uydurma bir teoriyi önemsiyor. Üstelik onu doğru sanıyor ve size bilgiçlik taslıyor. Fizik altyapısı olmadığında istediğiniz kadar ingilizceniz olsun bazı şeyleri anlamazsınız. Çünkü bazı terimler sözlük anlamında kullanılmaz. Fiziği bilmezseniz internetten öğrenemezsiniz. Çünkü bunu engellerler... Biraz içimi dökme ihtiyacım varmış. En yakın da sizsiniz. Beni kimsenin anlamasını bile beklemiyorum baştan da söylediğim gibi bu "kaybedilmiş bir savaştır" artık geçmiş olsun. Arada ilginç konular olduğunda yine yazacağım elbette. Size daha önce söylediğim gibi, fizik konuşmadığım gün kendimi yaşamamış sayıyorum. Ama şu aralar canım hiç bir şey yazmak istemiyor. Herkese sevgiler, saygılar. Bu yazıyı daha sonra sileceğim...

Necmi Tüfek 7 yıl önce 0
0

Necmi Bey, Bence silmeyin... Okuyup düşünene dersler var yazınızda... Bizim dönemimizle, bu dönem arasındaki fark; gözlemlediğim kadarı ile "hız"... Çok hızlı yaşıyorlar, öğreniyorlar, unutuyorlar ve karar veriyorlar. Bunda internetin ciddi rolü var. Hem çok olumlu hem de olumsuz. Olumsuz yanı birey olarak, zihinlerinin hayal gücü üretim kapasiteleri daralıyor. Çünkü branşlaşıyorlar, uzmanlaşıyorlar. Çok hızlı bilgi alışverişinden, eldeki bilgiyi özümseyip, kendilerine göre bir yaklaşım üretmede zorlanıyorlar. Oysa kitap okumak, bilginin özümsenmesi ve kavranıp içine yeni bir şeyler katılması için en iyi yol. Kitabı bitirene kadar, kavramlar kafamızda şekillenir ve bizden de bir şeyler katabiliriz. Yani kendi felsefemizi, bakışımızı, hayal gücümüzü... Üstelik kitabı her ele aldığımızda, aynı satırlardan farklı anlamlar ve kavramlar çıkartırız. Aslında değişen kitap değil, biz olduğumuz için. İnternet ortamındaki bilgide bu imkanlar çok dar. Sürekli bilgi yenileniyor, çeşitleniyor. Her bilgiden bir tutam alınıyor... Bu seferde karşımıza, bu bilgilerle yapılmış yarım yamalak felsefeler (felsefe: bilgiden bilgi üretme anlamında kullanıyorum) çıkıyor. Bunda eğitim sistemimizin kusurları da çok. İlk ve orta dönemde verilen fizik-fen bilgisi ve matematik'te verilen bilgiler aslında temel oluşturmak için fazlasıyla yeterli. Ama kullanılan teknikler ve eğitimin amacının farklılaşması (sınav başarısı), verilen bilginin kavranmadan yorumlarda kullanılmasına yol açıyor. Yetişme koşullarımız ve amaçlarımız farklı. Bizler tek başına kaldığımızda bile bilgi ve zekamızla hayatı idame üzerinde bir bakış altında yetiştirildik. Onların ki ise kolektiflik üzerine kurulu. Bu kollektif yaşam içinde bir birey olmayı öğreniyorlar. İnternet onları birbirine bağlayan, birbirlerinin açıklarını bulup kapatabilen bir sistem. Uzmanlaşıyorlar. Bu şekilde hem güdülmeye hazır hale getiriliyorlar, hem de bunları birleştirecek bir uzman yönetici altında, bizlerin asla başaramayacağı eserlere katkıda bulunabiliyorlar. Bunu ben, nüfusu artan ve kaynakları kıtlaşan dünyamızda, zekanın bireysellikten, kollektifliğe geçişi olarak yorumluyorum. Hepimiz ara aşamadayız. Onlar biraz daha evrilmiş sadece. Ama onlarda sonrakilerle benzer sorunları yaşayacaklar. Evet, internet ortamı güvenilir bir ortam değil. ama sorgulamaya ve doğrusunu araştırmaya müsait bir durum. Bizim kitaplara olan güvenimizin kökeninde, eskiden yazılan kitapların ciddi elemelerden ve kontrollerden geçirildikten sonra basılmasından kaynaklanıyor. Bu alışkanlığımıza rağmen, artık kitapların güvenirliği de internetten etkileniyor. (Belki de akademik kurumlarca basılmadıkça, hiç bir kitap tam anlamıyla güvenilir olmayabilir şu anda ... Hatta eğer (mevcut haliyle) Tübitak gibi kurumlarca hazırlanmış ise bile ciddi sorgulamalar gerekebilir.) Bizim her durumda onlara katkı yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Eskiden bilim kitaplarında yazılan bir şey, en azından o dönemki bilgilere göre, doğru ve kesindi. İnternet ise öyle değil. Benim gibi birisi bile internet ortamında bir şeylere yazıp, ciddi ciddi paylaşabiliyor. Okuduğu her şeyi ciddiye alıp inceleyen bizler için bu durum tam bir bilgi kirliliği... Onlar içinse, içinden işlerine geleni alıp kullanabilecekleri bir yığın. (Hatta aramızda 10 yaş civarı fark var. Bu bile beni, size oranla daha fazla "işine gelen bilgiyi kullanan" yapıyor. Siz çok daha sert ve geçerliliği kesinleşmiş bilimsel süzgeç kıstaslarıyla bilgiyi saflaştırıyorsunuz.) Bu durumda Evet, benim bilgim biraz "kirli"... :-) (Neyse bu kadar özeleştiri yeterli) Bu yüzden bu kaybedilmiş bir mücadele değil. Onlar, kollektif zekanın parçaları olan bir toplumsal yapıya ve bilgi üretim yapısına yöneliyorlar. Yapabileceğimiz her katkı, onları bu kavrama ulaşmak için "harcadığımız zaman ve emek tüketiminden" kurtaracaktır. Üstüne kendilerinden bir şeyler eklemeleri için zaman fırsatı sağlayacaktır. (Üstüne üstlük biz onlara göre çok avantajlıyız. Eğer bir şey olursa, (inşallah olmaz) 3ncü dünya savaşı gibi bir şey çıkarsa ya da Amerika'daki serverlar çökerse, bize muhtaçlar. Hani şu zombili diziler filmler var ya, hepsi aynen öyle ellerindeki çalışmayan elektronik alet düğmelerine basan zombiler gibi olacaklar. :-)))) Diğer yandan ülkemizde bu tür bir "ulusal kollektif zekanın gelişmemesi için" çok çaba harcanıyor. Bu toplumumuzu zihinsel anlamda geride bırakacak şekilde; dizilerle, yarışmalarla, evlenme programlarıyla, boş anlamsız açık oturumlarla, gelecek vizyonu yerine olmuş bitmiş ve geri dönüşün artık imkansız olduğu geçmişin başarılarının ele alınmasıyla, bayağılık düzeyine inmiş siyasetçi laf sataşmalarıyla gündem yaşayan topluma döndürülüyoruz. Buna, birey bazında kimse karşı durabilecek güçte değil gibi... Ancak kollektif bir zekanın hakkından gelebileceği bir durum bu. Geleceğe bakabilen bir toplum için, bu gençlerden bir kaçı nüve olabilir. Olacaktır da... Eğer tüm bilgimize ve yaşımıza rağmen, bizler (büyükler) hak ettikleri anlayışı gösteremezsek ("hoş görü" demiyorum; bilgiyle ezin, felsefeyle ezin, mantıksız kısımlarıyla ezin. Hatalarını, yanlışlarını dökün. Zorlansınlar, yeni yollar ve alternatifler arasınlar, doğruyu bulmak için, "hakkımızdan gelmek için" zorlansınlar. Ve başarsınlar! Ki bunun için de tekrar tekrar hata da ısrar etmelerinde anlayışlı olmalıyım...) başka kim gösterecek? Onların tahammül sınırları çok geniş değil gibi... Gelecekte bizim onlara ihtiyacımız olmayabilir ama "çocuklarımızın birbirine ihtiyacı" olacak. Bunu onlar için yatırım olarak düşünün. İnanın siz yazmayınca, bir çok kişinin de yazma isteği ölüyor. Bir yandan da anlıyorum. Arada bir insan uzaklaşmak istiyor, ama... Bu bir bağımlılık... Bir sonraki raunt için zihinsel yenileme diyelim (mi?).

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 7 yıl önce 0