Bence, hareket (ivme) olmasaydı, kütle de olamazdı.
(Önceki tartışmalarımızdan destek alarak, bazı konularda detaya hiç girmiyorum bile...)
Ancak sabit kütle dediğimiz durumun, atom altı parçacıkların hareketinden- titreşiminden kaynaklandığını düşünmüyorum. Çünkü öyle olsaydı, mutlak sıfır sınırına varan maddelerin kütlelerinin kaybolması gerekirdi.
Maddenin, ölçtüğümüz sabit kütlesinin belki bir kısmı bu atomaltı parçacıkların titreşiminden oluşması mümkün ama çoğunluğunun başka bir tür hareketten kaynaklandığını düşnüyorum.
Çünkü mutlak sıfır noktasında da kütle varlığını sürdürüyor gözüküyor.
Bu nedenle, evrenin genişlemesinden kaynaklanan tek yönlü ve sabit oranlı bir hareketin, enerjinin kütleye dönüşmesinde etkin bir rolü olduğunu düşünüyorum.
Enerji bu hareket içinde öbekleniyor. Hareketin neresinde olduğuna göre bir yoğunluğa kavuşuyor. Çünkü az yoğunda olsa akışkan bir ortamda ve bu ortamın bir basıncı var. Ama basınç her noktada eşit olmayabilir. Belli bir alanda çok düşük iken, belli bir alanda da çok yoğun olabilir. Bunu belirleyen şey, söz konusu bölgenin hareketin neresinde olduğu.
Bu hareketin ortalarında, sınırlı bir bölgede kütlenin oluşmasını sağlayacak basınç şartları olduğunu varsayıyorum.
Bu alanında evrenin gözlemlenebilir kısmı ile sınırlı olduğunu düşünüyorum. Yani gözlemlenebilir sınırın ötesinde ve berisinde kütleleşmiş enerji olmayabilir.
Bu konuda en güzel fikre, sürekli genişleyen ve rotasyonu olan kapalı bir ortamdaki gaz moleküllerin hareketini inceleyerek ulaşabiliriz. (Ne yazık ki böyle bir deney yapma imkanım ve sağlayacak bir simulasyon programım yok. ) Akışkan mekaniğini okuyanlar daha iyi fikir üretebilirler.
Diğer yandan öbeklenmiş ve belli bir yoğunluğa ulaşmış enerji henüz tam anlamıyla kütle kazanmıyor. Kütle kazanması için, ek bir hareket daha gerekiyor. Bu da \"zaman\" adını verdiğimiz dalgalanma hareketinin bu enerji öbeğini titreştirmesi ile 3 uzamsal boyut üzerinde titreşim kazanan ve bir alan işgal eden enerji, kütle kazanıyor. Çünkü bu seferde bu oluşan yapı, evrenin dokusuyla (genişlemeden kaynaklanan ivmesi sayesinde) etkileşime giriyor.
Kütle bir kere oluştumu ve evrenin dokusuyla etkileşime girdimi, akışkan olan evrenin dokusunda kendisine göre minik düşük basınç alanları üretiyor. Bunlarda kütleçekim kuvvetinin temeli oluyor. Bunlar birleştikçe, sinerjik olarak ürettikleri düşük basınç alanları daha da büyüyor.
Böyle gidiyor.
Tamamen, fraktal, kendini tekrarlayan mantıktan oluşan bir yapı.
Bizler bu yapıları büyüklüklerine göre ayrı ayrı isimlendiriyoruz. Ama en azından temelde hepsi aynı malzemenin ve aynı mantığın ürünleri.
Bence...