Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’a “ALLÂH nedir?” diye soranlara cevap bizzat “ALLÂH” tarafından veriliyor Kur’ân-ı Kerîm’de, “İHLÂS” Sûresi’nde:
“De ki, O ALLÂH AHAD’dır; ALLÂH SAMED’dir; LEM YELİD ve LEM YÛLED’dir; ve LEM YEKÛN LE HÛ KÜFUVEN, AHAD’dır!”
“Hz. MUHAMMED’İN açıkladığı ALLÂH”ın ne olduğunu açıklayan bu sûrede öncelikle, kelimelerin geniş mânâsı üzerinde duralım… Ve sonra da bu mânâların getirmekte olduğu sonuçlar üzerinde düşünmeye başlayalım…
“ALLÂH AHAD”dır… Yani, sınırsız, sonsuz, cüzlere ve zerrelere bölünmesi söz konusu olmayan TEK’dir.
Şimdi bu ifadeyi anlamaya çalışalım:
Şu Dünya üzerinde normal şartlarda yaşayan her insan, algıladığı mevcudatı beş duyu ile değerlendirir. Bu yüzden de bütün insanlar arasında ölçü taşı, beş duyudur!.. Bunun sonucu olarak en-boy-derinlik ölçüleri ile kabul ettiğimiz bir evrende yaşadığımızı düşünürüz…
Bu yüzden de genelde, kafamızdaki “TANRI” her ne kadar “her yerde mevcut” ise de; fiiliyatta, belli boyutları ve mekânı olan bir “TANRI”dır!
Oysa…
Bize tarif edilen “ALLÂH”; bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan, “BİKÜLLİ ŞEY’İN MUHİYT” yani “Şeyin kendisi olarak şeyi ihâta eden”, sonsuz, sınırsızdır!..
Burada çok önemli bir hususu daha açıklığa kavuşturmak isterim…
Esasen bu konuyu da daha geniş boyutlarıyla “Hz. MUHAMMED NEYİ OKUDU” isimli kitabımızda izah ettiğimiz için, burada özetle vurgulamak istiyorum…
Türkiye’deki en mükemmel tefsir olan, Diyanet’in bastırtmış olduğu, Elmalı Hamdi Yazır’ın hazırladığı, “HAK DİNİ KUR’ÂN DİLİ” isimli 9 ciltlik eserin 1. cilt 42 ve 43. sayfalarında “B” harfinin mânâsıyla ilgili olarak özetle şu bilgi vardır:
“Eazımı müfessirin diyorlar ki. ‘BA’nın buradaki mânâyı ilsakı, ya MÜLÂSEBET ve MUSAHEBET veya istianedir… Bu tevile göre (“B” ile başlayan) besmelenin meâli “ALLÂH’ı Rahmânı Rahiym namına” demek oluyor ki; bu da “B”de MÜLÂBESE mânâsına râcidir. Bunun hâsılı, bir niyâbet itirafıdır. Bir işe başlarken , “filan namına” demek, “ben bunu ona izafeten, ona hilâfeten, onu temsilen, ONUN BİR ALETİ olarak yapıyorum; bu iş hakikatte benim veya başkasının değil ancak onundur” demek olur. Bu da vahdet-i vücud mülâhazasına râci bir fenâfillâh hâlidir.”
Bu konuda son devir çelebilerinden değerli mutasavvıf Ahmed Avni Konuk da Fusûs şerhinde (Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fak. Yay. Cilt 2 Sayfa 191), “B” harfiyle alâkalı olarak kısaca şöyle der:
“Bİ İBADİHİ’ deki “Ba” mülâbese içindir… Demek ki, ALLÂH Zü’l-Celâl ibadının kisve-i taayyününe bürünüp zâhir olmuştur”!..
“B” harfinin sırrını açıklayan, bu mânâyı kavrayabildiysek eğer...
Şimdi bu tanımlamayı iyi düşünelim…
Cüzlere, zerrelere bölünüp parçalanması mümkün olmayan “AHAD”, ya sonlu sınırlı bir “Bir”dir; ki bu takdirde evrenin herhangi bir yerinde oturmaktadır(!); ya da sonsuz, sınırsız, cüzlere ayrılmaz TEK’tir ki, bu takdirde de ancak ve sadece, tekrar ediyorum ancak ve sadece “KENDİSİ” mevcuttur!
“AHAD” olan “ALLÂH” ismiyle işaret edilen dışında ve yanı sıra herhangi bir varlığın mevcudiyetini ileri sürmek önce akıl ve mantığa, sonra da izan ve insafa sığmaz!
Düşünelim…
Şayet “ALLÂH İsmiyle İşaret Edilen”den ayrı, “ALLÂH”ın dışında bir varlık var ise… Bu varlık ile “ALLÂH” arasındaki sınır nerededir?.. Bu sınırı nerede çizeceksiniz?..
Ya var olan, mevcut, sınırsız-sonsuz TEK’tir, ikinci bir varlık yoktur!..
Ya da sınırlı sonlu, evrenin içinde bir yerde veya evrenin dışında MEKÂNI OLAN bir TANRI mevcuttur(!)?..
Burada idrak edilmesi en önemli olan şey, “SINIRSIZLIK-SONSUZLUK” kavramıdır.
Şimdi bu “sınırsızlık-sonsuzluk” kavramını en-boy derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya çalışalım… (Ahmed Hulusi “İHLÂS SÛRESİ”NİN AÇIKLAMASI)]
2-) Allâhus Samed;
“Allâh SAMED’dir (Som, kendisine bir şey eklenmesi, genişlemesi ya da kendisinden bir şey açığa çıkması söz konusu olmayan);” (A.Hulusi)
2 – Allah, o eksiksiz sameddir. (Elmalı)
Allâhus Samed; Allah ikinci defa gelmiş bu cümlede, Ehad ile Samed in ikisinin de ayrı ayrı manalara delalet ettiğini gösterir Allah’ın 2. kez gelmesi. Yoksa Kul HUvAllâhu Ehad, ves Samed gelebilirdi. VeHüves Samed gelebilirdi, Ama Allâhus Samed gelmiş. İkinci defa gelmesi ikisinin de ayrı ayrı anlam alanına delalet eder.
Es Samed; Ben bunu hiçbir dile tercüme edilemeyeceği kanaatindeyim Es Samed’in. Onun için mealimde de Türkçe’ye çevirirken çevirmedim Allah Samed dir dedim ondan sonra altına kocaman bir dip not düştüm. O kadar çok manası var ki; Her şey kendisine muhtaç olan, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan. Dahası; İlk sebep ve son gaye olan, dahası eksilmeyen ve artmayan, dahası evrenin mutlak sahibi olan ve kendisine sahip olunamayan. Yani dahası mutlak ve mükemmel olan tek varlık.
Samd; som kayaya, yek blok kayaya denir. Monoblok, tek parça kayaya. Kocaman böyle yekpare bir kaya. Hiçbir şey ondan hiçbir şey, rüzgâr, yağmur aşındıramaz, öyle bir kaya. Aslında savm; İştikak-ı ekbere göre 2 harfi bu kökten Sa me de. Sad ve mim iki harf bu kökten. İştikak-ı ekber de savm bu alana girer. Niçin savm denmiş? Boğazı kapalı olduğu için. Summun; kulağı kapalı olup işitmeyene denir, kulağı kapalı olmaktır. Samt ağzı kapalı olana denilir. Yani söz söyleyemeyen, konuşamayan, otistik. Samid; Altın ve gümüşe denir.
Bütün bunları niye saydım? Allah; hiçbir şey içine girmez, hiçbir şey çıkmaz. Bu tevhidin bir parçasıdır. İşte falanın içine tanrı girdi veya falan tanrının içine girdi. Falan tanrının bir parçasıdır. Feşmekan tanrıdan bir parçadır, falan tanrının oğludur (Haşa) falan tanrının anasıdır (haşa). Bütün bu şirk türlerinin hepsini reddetmek için Samed kullanılır. O’ndan hiçbir şey çıkmaz, O’na hiçbir şey girmez. Onun için bu gibi iddialar küfürdür, şirktir.
Pantezim ve panteizme benzer her tür düşünce, vahded-i vücudun panteizm şeklinde yorumlanışının her türü şirktir. Allah’ın Samed ismine aykırıdır. Hiçbir şey girmez, hiçbir şey çıkmaz. Onun için O Hâlık’tır, O’ndan gerisi mahlûktur. Mahlûku Hâlık, Hâlık ı mahlûk görmek küfürdür. Hâlık Hâlıktır, mahlûk mahlûktur. Hâlık yaratandır, mahlûk yaratılandır. Hâlık kendisine kul olunandır, mahlûk ise O’na kul olmaktan başka görevi olmayandır. Mahlûka düşen O’na kul olmaktır. Allâhus Samed budur.
3-) Lem yelid ve lem yûled;
“Doğurmamış ve doğurulmamıştır; (kendisinden varolmuş meydana gelmiş ikinci bir yapı yoktur ve kendisini var eden de yoktur)” (A.Hulusi)
3 – Doğurmadı ve doğurulmadı. (Elmalı)
Lem yelid ve lem yûled O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Yani zımnen aslında Hıristiyanların şirkini, Yahudilerin Üzeyr üzerinden şirkini, uzak doğu dinlerinin kirişna, vişnu ve Brahma dan oluşan teslisini, eski Mısır’ın isis, osiris ve horus üçlemesini ve Zerdüştizmin ahuramazda ve Ehrimen. İyilik ve kötülük tanrısı tesniyesini ve daha burada sayamadığım tüm dünya da ki inanç sistemlerinin tevhide aykırı tüm boyutlarını reddeder bu ayet, bu cümle. Lem yelid ve lem yûled O doğurmadı, doğurulmadı. Baba ve anne olmadı. Ne baba oldu, ne anne oldu, ne evlat oldu (haşa) hiçbiri olmadı. Tüm tesnisleri ve tesniyeleri reddeden bir tevhid ilkesidir bu ayet.
4-) Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad;
“O’na hiçbir küfuv (denk) olmadı! (hiçbir düşünülen O’na denk özellikler açığa çıkaramaz.)” (A.Hulusi)
4 – Ona bir küfüv de olmadı. (Elmalı)
Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad ve hiçbir şey O’na asla denk ve benzer olmadı. Aslında bu ayeti en güzel tefsir eden Kur’an ayeti leyse kemisliHİ şeyun. (Şûrâ/11) hiçbir şey O’nun eşi benzeri dengi gibi olmadı ayetidir. Onun için bunu tefsir sadedinde şu cümleyi sarf etmem gerçekten tam yerinde olur. Her ne ki aklına geliyor, o Allah değildir. Çünkü akıl sınırlı kapasitesiyle sınırsız ve sonsuz varlığı kuşatamaz.
Ziya paşa ne diyordu?
İdraki meali bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.
Yani Allah’ı zatıyla idrak etmek bu küçük akla gerekmez. Çünkü bu terazi bu kadar ağırlığı çekmez.
Ne diyordu Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer? 1. mısra ona, 2. mısra Hz. Ömer’e aittir çok ilginç çok muhteşem bir ifade;
El aczü an derkil idraki, idrakün, O’nu idrak etmekten aciz olduğunu itiraf etmek, O’nu idrak etmektir. Yani Allah’ı idrak etmek Allah’ın idrakten aciz olduğunu bilmektir.
Vel bahsü an sırri zatillahi işrakün. Hz. Ömer de bunu ekliyor. Hz. Ebu Bekir’in o mısraının arkasına. Allah’ın zatının sırrını araştırmakta şirktir. O’nun zatını hiçbir akıl kavrayamaz.
Peki nasıl kavrayabiliriz? O’nun sıfatlarını kavrayabiliriz. Sıfatlarından yola çıkarak, varlıktan yola çıkarak onu kavrayabiliriz. Çünkü varlık O’nun sıfatlarının tecellisidir. Varlık O’nu gösteren bir işaret parmağıdır. Varlığa bakarak, parmağa bakarak gösterdiği yeri görürüz. O zaman anlarız ki san’at ortada ise bir sanatkâr var. Ortada fiil varsa bir fail var, ortada eser varsa bir müessir vardır. Müessirsiz eser olmaz, failsiz fiil olmaz, sanatkârsız sanat olmaz. O zaman anlarız.
Onun için O niçin görünmez demişler? Cevap vermişler: Zuhurunun şiddetinden, varlığının şiddetinden göze görünmez. Tıpkı aşırı ışığın gözü kör ettiği gibi demişler. Nasıl izah edersek edelim yine söz tükenir yine zihin tavana vurur, aklın nutku durur, sözlerin nabzı tutulur ve yine biz onu tarif edemeyiz. Çünkü Allah deyip de titremeyen olur mu? Allah hakkında konuşan eğer ne hakkında konuştuğunu biliyorsa titrer, biz de titreriz, titrememiz gerek. Fakat titreyerek yine de konuşuruz. Bize bu cesareti ancak vahiy verebilir.
Rabbim nebi’nin duasını biz de ediyoruz. Bize seni anlama kabiliyeti bahşet, bize seni tanıma kabiliyeti bahşet. İlahi erinel eşya kenahi. İlahi bize eşyanın hakikatini göster. Ya rabbi sen neye layıksan seni layık olduğun şekilde bilelim, seni neden münezzeh kılmamız gerekiyorsa seni ondan tenzih edelim. Ya rabbi seni bilemeyeceğimizi bilmek seni bilmektir. Zatını bilemeyiz, fakat varlık sana bir atıftır. Ya rabbi bize nasıl bilmemizi istiyorsan kendini öyle bildir, öyle duyur, öyle anlat. Amin..!
Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.