0

Gene uyaracaklar diye kısa kısa geçeceğim. Vereceğim cevaplar bilimsel olarak kabul gören genel cevaplar değil. Sadece benim bakış açımı yansıtıyorlar. Ancak cevaplarımdan sonra, daha değerli ve geçerli bilgilerin-görüşlerin geleceğine inanıyorum. 1) Gravitonlar kuantum da parçacık olarak değerlendiriliyor. Her iki kütlede graviton fırlatıyor, deği tokuş yapıyorlar bu arada-etki tepki çerçevesinde birbirlerine yaklaşıyorlar. Bildiğim kadarı ile ana bakış açısı bu. Uzay-zaman bükülmesinde ise, bu bükülmeyi kütlenin varlığı sağlıyor ama neye göre sağladığı muamma. Hadi dünyada olsanız, gergin bezin üzerindeki kütleyi dünya çektiği için bu tür bir görünüm arz ettiğini düşünebilrsiniz. Ama uzayda? Bu soru cevapsız henüz. Bence her ikiside aynı olayı farklı açılardan ele alıp, kör gözle fil tarif etmeye benziyor. Öncelikle kuvvet iletimi için bir parçacık ihtiyacını mantıklı bulmuyorum. Hologram lazerlerde gibi bir kaç farklı frekansta ışını keşiştirirseniz, keşişme noktası başka bir gözlemci için renk-doku gerçekliği kazanır. Bana göre, şu ana kadar pasif olarak değerlendirilen evren genişleme hareketinin bu olayda ciddi etkisi var. Evren genişliyor ve bütün uzak nesneler biribirinden daha da uzaklaşıyor hem de hızla. Bunun anlamı bir hareketin olduğu. Tek sorun bu harekete kerteriz alacağımız noktalarımız olmayışı. Çünkü evreni iç yapısından değerlendiriyoruz. Ve evrene göre 3 boyutlu koordinatlarımız değişmiyor. Oysa bir uzaklaşma olduğuna göre bir şey ler gerçekte değişiyor. Bunu ancak evrene ait olmayan bir noktadaki gözlemciler saptayabilir bu durumda. Tahminim sanal sayılar kullanılarak böyle bir nokta varsayılabilinir. Eğer evrenin genişlemesi ile nesnelerde hareket ediyorsa, bir ivmeleri var demektir. Bu ivmenin de nesne üzerinde bir etkisi olmalı. İşte sabit kütle olarak tanımaldığımız şeyin bu ivme\'den kaynaklandığını düşünüyorum. Kabaca dönen bir merdanenin içindeki sudaki katı parçacıkların, merdane dönüşü ile uğradığı kuvvete ve duruma benzer bir duurmdayız. Bu nedenle uzay boşluğundaki tüm parçacıklar sürekli serbet düşme durumunda. Bu ivme (sabit olduğu için) kütleler de sabit. Taa ki hareket edene kadar. Bu sefer yeni bir kuvveti daha hesaplamaya katıyoruz. Şu anki durumumuzda, ilk anlattığımı doğrulayacak delil olmadığından sadece ikinci durum üzerinden çalışıyoruz. Her şey de göreceli oluyor. Uzay dokusunun bir yoğunluğu ve seyrekliği var. Bu nedenle bunun bir akışkan gibi tepki göstermesi gerekir. Bu durumda bir akışkan içinde hareket edene nesnlerin durumu ne ise kütlenin durumuda o. Uzay zaman bükülmesi dediğimiz şey, uzayın diğer bölümlerine oranla daha düşük basınç taşıyan bir alan. Örnekleme de kullanılan, Merdane 3 boyutlu ve nesnenin hareketi tek boyut üzerinde. Oysa uzaydaki kütlenin durumu farklı. O 5 boyutlu bir ortamda 3 boyut üzerinde hareket ediyor. Bu nedenle bu düşük basınç alanı, kütlenin sadece bir doğrultusunda değil, üç boyut üzerindeki doğrultularında. Yani evrenin genişleme yönünde. Tabii basıncı iletiminde ve etkisinde küçük değişim kademeleri vardır. Çünkü iki nesne birbirine yaklaştıkça aralarındaki mesafeye göre akışkanın hızı artarken, basıncı düşüyor. Bir bakıma karşılaşan iki ses dalgasının kuantaları gibi. Sanırım graviton olarak bu oluşan geçici alanları tanımlıyorlar. 2) Bence sanal parçacıklar, uzayın belli bir alanında üst üste gelen çeşitli dalgaların oluşturduğu, enerji yoğunlaşmalarıdır. Dalagalar birbirlerinden geçip gidince bunlarda kayboluyor. ama arada nadiren olsa da başka bir dalga oluşan bu enerji yoğunlaşmasını önüne katıp, yerinden koparıp evrene yeni bir parçacık olarak sunuyor olabilir. 3) Sonsuz kelime olarak ulaşılamaz anlamı taşısa da, bence kendi kendini besleyen, tekrarlayabilen bir yapıyıda anlatıyor olabilir. Işık hızına nerdeyse bindelik kesirlerde hızlandırılıp yaklaşan hiç bir parçacığın aşırı kütle kazandığını görmedik. Olağan kütlelerine göre çok yüksek olsa da. Zaten durdukları anda,\"bizim evrenimize geri döndükleri\" için parçalanıyorlar. Bu durumda sonsuzu kendini tekrarlama olarak ele alma daha iyi, ne kadar enerji verirseniz hızlandırmak için, o kadar kütle , bu işlemin bir sonu yok anlamında... Yoksa ışık hızına çıkacağı ve sonsuz kütle olacağı anlamında değil. Bu bir limit işlemi. 4) Her madde yoğunlaşmış enerjidir. Bunun diğer anlamı bence, enerjinin nasıl bir titreşim içinde olduğu ile alakalı. Bence kütle, enerjinin 3 boyut üzerinde titreşerek kendisine bir hacim oluşturmasına dayanıyor. Bu hacim içinde titreşirken, evrenin genişlemesinden kaynaklanan bir dalgalanma ile temasa geçince, bildiğimiz sabit kütleli nesne olarak algılıyoruz. Burada asıl olan şey şu, her madde aynı-özdeş tür enerjinin yoğunlaşmış hali. Yoğunlaşma biçimide bu hacime sığan/toplanan enerji ile alakalı. (Bir bakıma aktif kömürün hacmine oranla yüzey alanı farkı gibi düşünün. Daha küçük bir hacme daha geniş bir alan sığdırmak). Burada yoğunlaşan enerjinin, bir sonraki dalgayı nasıl karşıladığı (yani spini) çok önemli. Bu dalga karşısında, kütle biçimi ve değeri değişiyor. 5) Ana neden evreni kapalı bir sistem olarak düşünmemiz. Eğer açık bir sistem ise değiştirdi. Daha doğrusu, toplama baktığımızda hiç bir şey yoktan var olmuyor, var olan yok olmuyor. Sadece şekil görünüm, yapı değiştiriyor. Kütle de, dalgalar da (enerji ileten her tür dalga), fotonlarda sürekli bu değişimin içinde..Sonuçta toplam enerji miktarı hep aynı. Çünkü kapalı bir sistemdeyiz. (Bence)

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 8 yıl önce 0
0

Haklı bir uyarıya maruz kalmamak için :-) kısa kısa geçeceğim. Vereceğim cevaplar bilimsel olarak kabul gören genel cevaplar değil. Sadece benim bakış açımı yansıtıyorlar. Ancak cevaplarımdan sonra, daha değerli ve geçerli bilgilerin-görüşlerin geleceğine inanıyorum. 1) Gravitonlar kuantum da parçacık olarak değerlendiriliyor. Her iki kütlede graviton fırlatıyor, değiş tokuş yapıyorlar bu arada-etki tepki çerçevesinde birbirlerine yaklaşıyorlar. Bildiğim kadarı ile ana bakış açısı bu. Uzay-zaman bükülmesinde ise, bu bükülmeyi kütlenin varlığı sağlıyor. Ama neye göre sağladığı muamma. Hadi dünyada olsanız, gergin bezin üzerindeki kütleyi dünya çektiği için bu tür bir görünüm arz ettiğini düşünebilrsiniz. Ama uzayda? Bu soru, henüz cevapsız. Bence her ikiside aynı olayı farklı açılardan ele alıp, kör gözle fil tarif etmeye benziyor. Öncelikle kuvvet iletimi için bir parçacık ihtiyacını tatmin edici bulmuyorum. Hologram lazerlerde gibi bir kaç farklı frekansta ışını keşiştirirseniz, keşişme noktası başka bir gözlemci için renk-doku gerçekliği kazanır. Bana göre, şu ana kadar pasif olarak değerlendirilen evren genişleme hareketinin bu olayda ciddi etkisi var. Evren genişliyor ve bütün uzak nesneler biribirinden daha da uzaklaşıyor hem de hızla. Bunun anlamı bir hareketin olduğu. Tek sorun bu harekete kerteriz alacağımız noktalarımız olmayışı. Çünkü evreni iç yapısından değerlendiriyoruz. Ve evrene göre 3 boyutlu koordinatlarımız değişmiyor. Oysa bir uzaklaşma olduğuna göre bir şeyler gerçekte değişiyor. Bunu ancak evrene ait olmayan bir noktadaki gözlemciler saptayabilir bu durumda. Tahminim sanal sayılar kullanılarak böyle bir nokta varsayılabilinir. Eğer evrenin genişlemesi ile nesnelerde hareket ediyorsa, bir ivmeleri var demektir. Bu ivmenin de nesne üzerinde bir etkisi olmalı. İşte “sabit kütle” olarak tanımladığımız şeyin bu ivme\'den kaynaklandığını düşünüyorum. Örn: Kabaca dönen bir merdanenin içindeki sudaki katı parçacıkların, merdane dönüşü ile uğradığı kuvvete ve duruma benzer bir durumdayız. Bu nedenle uzay boşluğundaki tüm parçacıklar “sürekli serbest düşme” durumunda. Bu ivme (sabit olduğu için) kütleler de sabit. Taa ki hareket edene kadar. Bu sefer yeni bir kuvveti daha hesaplamaya katıyoruz. (Buna da özel görelilik diyoruz) Şu anki durumumuzda, ilk anlattığımı doğrulayacak delil olmadığından sadece ikinci durum üzerinden çalışıyoruz. Her şey de göreceli oluyor. Uzay dokusunun bir yoğunluğu ve seyrekliği var. Bu nedenle bunun bir akışkan gibi tepki göstermesi gerekir. Bu durumda bir akışkan içinde hareket edene nesnelerin durumu ne ise, kütlenin durumu da o. Uzay zaman bükülmesi dediğimiz şey, uzayın diğer bölümlerine oranla daha düşük basınç taşıyan bir alan. Örnekleme de kullanılan, Merdane 3 boyutlu ve nesnenin hareketi tek boyut üzerinde. Oysa uzaydaki kütlenin durumu farklı. O 5 boyutlu bir ortamda 3 boyut üzerinde hareket ediyor. Bu nedenle bu düşük basınç alanı, kütlenin sadece bir doğrultusunda değil, üç boyut üzerindeki doğrultularında. Yani evrenin genişleme yönünde. Tabii basıncı iletiminde ve etki alanının değişiminde minik kaynaşma bölgeleri vardır. Çünkü iki nesne birbirine yaklaştıkça aralarındaki mesafeye göre akışkanın hızı artarken, basıncı düşüyor. Bir bakıma karşılaşan iki ses dalgasının kuantaları gibi. Sanırım graviton olarak bu oluşan geçici minik alanları tanımlıyorlar. 2) Bence sanal parçacıklar, uzayın herhangi bir alanında; üst üste gelen çeşitli dalgaların oluşturduğu, enerji yoğunlaşmalarıdır. Dalgalar birbirlerinden geçip gidince bunlarda kayboluyor. Ama arada nadiren olsa da başka bir dalga oluşan bu enerji yoğunlaşmasını önüne katıp, yerinden koparıp evrene, yeni bir parçacık olarak sunuyor olabilir. 3) Sonsuz kelime olarak ulaşılamaz anlamı taşısa da, bence kendi kendini besleyen, tekrarlayabilen bir yapıyı da anlatıyor olabilir. Işık hızına nerdeyse bindelik kesirlerde hızlandırılıp yaklaşan hiç bir parçacığın aşırı kütle kazandığını görmedik. Olağan kütlelerine göre çok yüksek olsa da. Zaten durdukları anda,\"bizim evrenimize geri döndükleri\" için parçalanıyorlar. Bu durumda sonsuzu kendini tekrarlama olarak ele alma daha iyi, ne kadar enerji verirseniz hızlandırmak için, o kadar kütle , bu işlemin bir sonu yok anlamında... Yoksa ışık hızına çıkacağı ve sonsuz kütle olacağı anlamında değil. Bu bir limit işlemi. 4) Her madde yoğunlaşmış enerjidir. Bunun diğer anlamı bence, enerjinin nasıl bir titreşim içinde olduğu ile alakalı. Bence kütle, enerjinin 3 boyut üzerinde titreşerek kendisine bir hacim oluşturmasına dayanıyor. Bu hacim içinde titreşirken, evrenin genişlemesinden kaynaklanan bir dalgalanma ile temasa geçince, bildiğimiz sabit kütleli nesne olarak algılıyoruz. Burada asıl olan şey şu, her madde aynı-özdeş enerjinin yoğunlaşmış hali. Yoğunlaşma biçimide bu hacime sığan/toplanan enerji ile alakalı. (Bir bakıma aktif kömürün hacmine oranla yüzey alanı farkı gibi düşünün. Daha küçük bir hacme daha geniş bir alan sığdırmak). Burada yoğunlaşan enerjinin, bir sonraki dalgayı nasıl karşıladığı (yani spini) çok önemli. Bu dalga karşısında, kütle biçimi ve değeri değişiyor. Farklı enerji türleri tanımlıyor olsakta, alsında hepsi kökende tek ve özdeş. Ve enerji hep yoğun ortamdan, seyrek ortama yöneliyor.biz bunu çeşitli şekillerde kullanabildiğimiz için, ona farklı adlar veriyoruz. 5) Ana neden evreni kapalı bir sistem olarak düşünmemiz. Eğer açık bir sistem olsaydı, kütle, enerji değişirdi. Daha doğrusu, “toplam”a baktığımızda; hiç bir şey yoktan var olmuyor, var olan yok olmuyor. Sadece şekil görünüm, yapı değiştiriyor. Kütle de, dalgalar da (enerji ileten her tür dalga), fotonlarda sürekli bu değişimin içinde.. Sonuçta “toplam enerji miktarı\" hep aynı. Çünkü kapalı bir sistemdeyiz. (Bence)

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 8 yıl önce 0
0

Haklı bir uyarıya maruz kalmamak için kısa kısa geçeceğim. Vereceğim cevaplar bilimsel olarak kabul gören genel cevaplar değildir. Sadece bakış açımı yansıtıyorlar. Ancak cevaplarımdan sonra, daha değerli ve geçerli bilgilerin-görüşlerin geleceğine inanıyorum. (Düzeltmeler içeriyor) 1) Gravitonlar kuantum da parçacık olarak değerlendiriliyor: Her iki kütle birbirine graviton fırlatıyor, değiş tokuş yapıyorlar. Bu arada-etki tepki çerçevesinde birbirlerine yaklaşıyorlar. Bildiğim kadarı ile ana bakış açısı bu. Uzay-zaman bükülmesinde ise, bu bükülmeyi kütlenin varlığı sağlıyor. Ama neye göre sağladığı muamma. Hadi, dünyada olsanız, gergin bezin üzerindeki kütleyi, dünya çektiği için bu tür bir görünüm arz ettiğini düşünebilirsiniz. Ama uzayda? Ağırlıksız ortamda gözlemlenen kütleye etki eden kuvvet ne? Bu soru, henüz cevapsız. Bence her ikisi de aynı olayı farklı açılardan ele alıp, kör gözle fil tarif etmeye benziyor. Öncelikle kuvvet iletimi için bir parçacık ihtiyacını tatmin edici bulmuyorum. Hologram lazerlerde gibi bir kaç farklı frekansta ışını kesiştirirseniz, kesişme noktası başka bir gözlemci için renk-doku gerçekliği kazanır. Bana göre, şu ana kadar teorik fizikte pasif, sadece bir durum bilgisi olarak değerlendirilen “evren genişleme hareketinin”, fiziksel olaylarda ciddi etkisi var. Evren genişliyor ve bütün uzak nesneler birbirinden daha da uzaklaşıyor hem de hızla. Bunun anlamı, bir hareketin olduğu. Tek sorun, bu harekete kerteriz alacağımız noktalarımızın olmayışı. Çünkü evreni içyapısından değerlendiriyoruz. Evrene göre 3 boyutlu koordinatlarımız bu hareket esnasında değişmiyor. Oysa uzaklaşma olduğuna göre, bir şeyler gerçekte değişiyor. Bunu ancak evrene ait olmayan bir noktadaki gözlemci saptayabilir. (Tahminim sanal sayılar kullanılarak böyle bir nokta varsayılabilinir.) Eğer evrenin genişlemesi ile nesnelerde hareket ediyorsa, bundan dolayı bir momentumları var demektir. Bu momentumun de nesne üzerinde bir etkisi olmalı. İşte “sabit kütle” olarak tanımladığımız şeyin, bu momentumdan kaynaklandığını düşünüyorum. (Yani kabaca; dönen bir merdanenin içindeki sudaki katı parçacıkların, merdane dönüşü ile uğradığı kuvvete ve duruma benzer bir durumdayız. ) Bu nedenle uzay boşluğundaki tüm parçacıklar “sürekli serbest düşme” durumunda. Bu momentum sabit olduğu için, kütleler de sabit. Taa ki kütle 3 boyut içinde hareket edene kadar. Bu sefer yeni bir momentumu daha hesaplamaya katıyoruz. (Buna da özel görelilik diyoruz) Şu anki durumumuzda, ilk anlattığımı doğrulayacak delil olmadığından, sadece ikinci durum üzerinden çalışıyoruz. Her şey de göreceli oluyor. Uzay dokusunun bir yoğunluğu ve seyrekliği var. Bu nedenle bunun bir akışkan gibi tepki göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Toplam bütünlüğünde bir rotasyona sahip akışkan içinde, hareket eden ve duran nesnelerin durumu ne ise, kütlenin durumu da evrende o. Uzay zaman bükülmesi dediğimiz şey, uzayın diğer (genel) bölümlerine oranla daha düşük basınç taşıyan alan. (Örnekleme de kullanılan, Merdane 3 boyutlu ve nesnenin hareketi tek boyut üzerinde. Oysa uzaydaki kütlenin durumu farklı. O 5 boyutlu bir ortamda 3 boyut üzerinde hareket ediyor. Bu nedenle bu düşük basınç alanı, kütlenin sadece bir doğrultusunda değil, üç boyut üzerindeki doğrultularında. Yani evrenin genişleme yönünde.) Tabii basıncı iletiminde ve etki alanının değişiminde minik kaynaşma bölgeleri vardır. Çünkü iki nesne birbirine yaklaştıkça aralarındaki mesafeye göre akışkanın hızı artarken, basıncı düşüyor. Bir bakıma karşılaşan iki ses dalgasının kuantaları gibi. Sanırım graviton olarak bu oluşan geçici minik alanları tanımlıyorlar. 2) Bence sanal parçacıklar, uzayın herhangi bir alanında; üst üste gelen çeşitli dalgaların oluşturduğu, enerji yoğunlaşmalarıdır. Dalgalar birbirlerinden geçip gidince bunlarda kayboluyor. Ama arada nadiren olsa da başka bir dalga oluşan bu enerji yoğunlaşmasını önüne katıp, yerinden koparıp evrene, yeni bir parçacık olarak sunuyor olabilir. Böyle bir durumda; süpüren dalganın, (bu tepe noktaları yanında bir de dip noktaları olacağı için) birbirinden farklı ama eş parçacıklar üretebileceğini varsayıyorum. 3) Sonsuz kelime olarak “ulaşılamaz” anlamı taşısa da, bence kendi kendini besleyen, tekrarlayabilen bir yapıyı da anlatıyor olabilir. Işık hızına nerdeyse bindelik kesirlerde hızlandırılıp yaklaşan hiç bir parçacığın aşırı kütle kazandığını görmedik. Olağan kütlelerine göre çok yüksek olsa da bu kütleler. Zaten durdukları anda,\"bizim evrenimize geri döndükleri\" için parçalanıyorlar. Bu durumda “sonsuz”u, “kendini tekrarlama” olarak ele alma daha iyi (fraktal eğilim), ne kadar enerji verirseniz hızlandırmak için, o kadar kütle… Bu işlemin bir sonu yok anlamında. Yoksa ışık hızına çıkacağı ve sonsuz kütle olacağı anlamında değil. Bu bir limit işlemi sadece. 4) Her madde yoğunlaşmış enerjidir. Bunun diğer anlamı, enerjinin nasıl bir titreşim içinde olduğu ile alakalı. Bence kütle, enerjinin 3 boyut üzerinde titreşerek kendisine bir hacim oluşturmasına dayanıyor. Bu hacim içinde titreşirken, evrenin genişlemesinden kaynaklanan bir dalgalanma ile temasa geçince, bildiğimiz sabit kütleli nesne olarak algılıyoruz. Burada asıl olan şey şu, her madde aynı-özdeş enerjinin yoğunlaşmış hali. Yoğunlaşma biçimi de bu hacme sığan/toplanan enerji ile alakalı. (Bir bakıma aktif kömürün hacmine oranla yüzey alanı farkı gibi düşünün. Daha küçük bir hacme daha geniş bir alan sığdırmak). Burada yoğunlaşan enerjinin, bir sonraki dalgayı nasıl karşıladığı (yani spini) çok önemli. Bu dalga karşısında, kütle biçimi ve değeri değişiyor. Farklı enerji türleri tanımlıyor olsak da, aslında hepsi kökende tek ve özdeş. Ve enerji hep yoğun ortamdan, seyrek ortama yöneliyor. Biz bunu çeşitli şekillerde kullanabildiğimiz için, farklı adlar veriyoruz. 5) Ana neden evreni kapalı bir sistem olarak düşünmemiz. Eğer açık bir sistem olsaydı, kütle ve enerji toplamı değişirdi. Daha doğrusu, “toplam”a baktığımızda; hiç bir şey yoktan var olmuyor, var olan yok olmuyor. Sadece şekil görünüm, yapı değiştiriyor. Kütle de, dalgalar da (enerji ileten her tür dalga), fotonlarda sürekli bu değişimin içinde. Sonuçta “toplam enerji miktarı\" hep aynı. Çünkü kapalı bir sistemdeyiz. (Bence)

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 8 yıl önce 0
0

Haklı bir uyarıya maruz kalmamak için kısa kısa geçeceğim. Vereceğim cevaplar bilimsel olarak kabul gören genel cevaplar değildir. Sadece bakış açımı yansıtıyorlar. Ancak cevaplarımdan sonra, daha değerli ve geçerli bilgilerin-görüşlerin geleceğine inanıyorum. (Düzeltmeler içeriyor) 1) Gravitonlar kuantum da parçacık olarak değerlendiriliyor: Her iki kütle birbirine graviton fırlatıyor, değiş tokuş yapıyorlar. Bu arada-etki tepki çerçevesinde birbirlerine yaklaşıyorlar. Bildiğim kadarı ile ana bakış açısı bu. Uzay-zaman bükülmesinde ise, bu bükülmeyi kütlenin varlığı sağlıyor. Ama neye göre sağladığı muamma. Hadi, dünyada olsanız, gergin bezin üzerindeki kütleyi, dünya çektiği için bu tür bir görünüm arz ettiğini düşünebilirsiniz. Ama uzayda? Ağırlıksız ortamda gözlemlenen kütleye etki eden kuvvet ne? Bu soru, henüz cevapsız. Bence her ikisi de aynı olayı farklı açılardan ele alıp, kör gözle fil tarif etmeye benziyor. Öncelikle kuvvet iletimi için bir parçacık ihtiyacını tatmin edici bulmuyorum. Hologram lazerlerde gibi bir kaç farklı frekansta ışını kesiştirirseniz, kesişme noktası başka bir gözlemci için renk-doku gerçekliği kazanır. Bana göre, şu ana kadar teorik fizikte pasif, sadece bir durum bilgisi olarak değerlendirilen “evren genişleme hareketinin”, fiziksel olaylarda ciddi etkisi var. Evren genişliyor ve bütün uzak nesneler birbirinden daha da uzaklaşıyor hem de hızla. Bunun anlamı, bir hareketin olduğu. Tek sorun, bu harekete kerteriz alacağımız noktalarımızın olmayışı. Çünkü evreni içyapısından değerlendiriyoruz. Evrene göre 3 boyutlu koordinatlarımız bu hareket esnasında değişmiyor. Oysa uzaklaşma olduğuna göre, bir şeyler gerçekte değişiyor. Bunu ancak evrene ait olmayan bir noktadaki gözlemci saptayabilir. (Tahminim sanal sayılar kullanılarak böyle bir nokta varsayılabilinir.) Eğer evrenin genişlemesi ile nesnelerde hareket ediyorsa, bundan dolayı bir momentumları var demektir. Bu momentumun de nesne üzerinde bir etkisi olmalı. İşte “sabit kütle” olarak tanımladığımız şeyin, bu momentumdan kaynaklandığını düşünüyorum. (Yani kabaca; dönen bir merdanenin içindeki sudaki katı parçacıkların, merdane dönüşü ile uğradığı kuvvete ve duruma benzer bir durumdayız. ) Bu nedenle uzay boşluğundaki tüm parçacıklar “sürekli serbest düşme” durumunda. Bu momentum sabit olduğu için, kütleler de sabit. Taa ki kütle 3 boyut içinde hareket edene kadar. Bu sefer yeni bir momentumu daha hesaplamaya katıyoruz. (Buna da özel görelilik diyoruz) Şu anki durumumuzda, ilk anlattığımı doğrulayacak delil olmadığından, sadece ikinci durum üzerinden çalışıyoruz. Her şey de göreceli oluyor. Uzay dokusunun bir yoğunluğu ve seyrekliği var. Bu nedenle bunun bir akışkan gibi tepki göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Toplam bütünlüğünde bir rotasyona sahip akışkan içinde, hareket eden ve duran nesnelerin durumu ne ise, kütlenin durumu da evrende o. Uzay zaman bükülmesi dediğimiz şey, uzayın diğer (genel) bölümlerine oranla daha düşük basınç taşıyan alan. (Örnekleme de kullanılan, Merdane 3 boyutlu ve nesnenin hareketi tek boyut üzerinde. Oysa uzaydaki kütlenin durumu farklı. O 5 boyutlu bir ortamda 3 boyut üzerinde hareket ediyor. Bu nedenle bu düşük basınç alanı, kütlenin sadece bir doğrultusunda değil, üç boyut üzerindeki doğrultularında. Yani evrenin genişleme yönünde.) Tabii basıncı iletiminde ve etki alanının değişiminde minik kaynaşma bölgeleri vardır. Çünkü iki nesne birbirine yaklaştıkça aralarındaki mesafeye göre akışkanın hızı artarken, basıncı düşüyor. Bir bakıma karşılaşan iki ses dalgasının kuantaları gibi. Sanırım graviton olarak bu oluşan geçici minik alanları tanımlıyorlar. 2) Bence sanal parçacıklar, uzayın herhangi bir alanında; üst üste gelen çeşitli dalgaların oluşturduğu, enerji yoğunlaşmalarıdır. Dalgalar birbirlerinden geçip gidince bunlarda kayboluyor. Ama arada nadiren olsa da başka bir dalga oluşan bu enerji yoğunlaşmasını önüne katıp, yerinden koparıp evrene, yeni bir parçacık olarak sunuyor olabilir. Böyle bir durumda; süpüren dalganın, (bu tepe noktaları yanında bir de dip noktaları olacağı için) birbirinden farklı ama eş parçacıklar üretebileceğini varsayıyorum. 3) Sonsuz kelime olarak “ulaşılamaz” anlamı taşısa da, bence kendi kendini besleyen, tekrarlayabilen bir yapıyı da anlatıyor olabilir. Işık hızına nerdeyse bindelik kesirlerde hızlandırılıp yaklaşan hiç bir parçacığın aşırı kütle kazandığını görmedik. Olağan kütlelerine göre çok yüksek olsa da bu kütleler. Zaten durdukları anda,\"bizim evrenimize geri döndükleri\" için parçalanıyorlar. Bu durumda “sonsuz”u, “kendini tekrarlama” olarak ele alma daha iyi (fraktal eğilim), ne kadar enerji verirseniz hızlandırmak için, o kadar kütle… Bu işlemin bir sonu yok anlamında. Yoksa ışık hızına çıkacağı ve sonsuz kütle olacağı anlamında değil. Bu bir limit işlemi sadece. 4) Her madde yoğunlaşmış enerjidir. Bunun diğer anlamı, enerjinin nasıl bir titreşim içinde olduğu ile alakalı. Bence kütle, enerjinin 3 boyut üzerinde titreşerek kendisine bir hacim oluşturmasına dayanıyor. Bu hacim içinde titreşirken, evrenin genişlemesinden kaynaklanan bir dalgalanma ile temasa geçince, bildiğimiz sabit kütleli nesne olarak algılıyoruz. Burada asıl olan şey şu, her madde aynı-özdeş enerjinin yoğunlaşmış hali. Yoğunlaşma biçimi de bu hacme sığan/toplanan enerji ile alakalı. (Bir bakıma aktif kömürün hacmine oranla yüzey alanı farkı gibi düşünün. Daha küçük bir hacme daha geniş bir alan sığdırmak). Burada yoğunlaşan enerjinin, bir sonraki dalgayı nasıl karşıladığı (yani spini) çok önemli. Bu dalga karşısında, kütle biçimi ve değeri değişiyor. Farklı enerji türleri tanımlıyor olsak da, aslında hepsi kökende tek ve özdeş. Ve enerji hep yoğun ortamdan, seyrek ortama yöneliyor. Biz bunu çeşitli şekillerde kullanabildiğimiz için, farklı adlar veriyoruz. 5) Ana neden evreni kapalı bir sistem olarak düşünmemiz. Eğer açık bir sistem olsaydı, kütle ve enerji toplamı değişirdi. Daha doğrusu, “toplam”a baktığımızda; hiç bir şey yoktan var olmuyor, var olan yok olmuyor. Sadece şekil görünüm, yapı değiştiriyor. Kütle de, dalgalar da (enerji ileten her tür dalga), fotonlarda sürekli bu değişimin içinde. Sonuçta “toplam enerji miktarı\" hep aynı. Çünkü kapalı bir sistemdeyiz. (Bence)

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 8 yıl önce 0
0

1. Her ikisi de doğru ve birbirine eşdeğerdir. Büyük cisimlerin (yıldızlar, gezegenler gibi) hareketleriyle ilgili hesaplar yaparken izafiyete göre hesaplama yapılır, küçüklerin (atom altı parçacıkların) dünyasıyla ilgili çalışırken Graviton olarak kabul edilir. Sicim fiziğinde de yine graviton (sicim) olarak kabul edilir. 2. Sanal parçacıklar eksi işaretli parçacıklardır. Evrenin eksi tarafından kısa bir an için evrenden borç enerji alıp artı tarafa geçen parçacıklardır. Ama çok çok kısa bir süre içinde birbirleriyle çarpışıp yok olur ve aldıkları enerjiyi geri verirler. (Ölçülemeyecek kadar kısa bir zamanda bunu yapmaları gerekir yoksa enerjinin sakınımı yasası ihlal olur.) Yalnız, eğer bir karadeliğin olay ufkunun hemen yakınında varlık bulurlarsa (Hawkıng ışıması) o zaman biri karadeliğe düşer, diğeri uzaklaşır. Eşini bulup yok olamaz ve ödünç aldığı enerjiyi evrene geri veremez. Gerçek bir parçacık olarak yaşamına devam eder. Enerjinin sakınımı yasası ihlal olmaz. Çünkü düşen parçacık gerçekte eksi işaretli olduğu için karadeliğin enerjisini azaltmış olur. 3. Cern\'de yapılan şey devamlı olarak çarpışan parçacıkların enerjisini arttırmaktır. Hızdan dolayı edinilen sanal kütle enerjisi en son 7 tera elektron volt idi. Çapışma sırasında bu enerji 14 tera elektron volt oluyor. (Sonsuza yaklaşmak için henüz çok az sayılır.) 4. Evrende her ne varsa enerjidir. Enerjinin değişik şekillerde görünümüdür. 5. Kütle ve enerji oranı ışık hızı sabit olduğu için değişmez.

Necmi Tüfek 8 yıl önce 0
0

Evet, Haklsınız. Ama Einstein bile kendi izahını tatmin edici bulmamıştır diye biliyorum. Özel görelilikte, Kütleyi ivmeyle bağlantılandırdıktan sonra genel görelilikte sabit kütle için bağlantılandırbileceği bir nokta göstermemiştir. Bunun ana nedeni, bu teorileri geliştirirken ve uzun bir süre daha, evrenin genişliğinin sabit olduğunu düşünmesiydi. Malum anlatıları biliyorsunuz. Eklediği ve sildiği sabit, genişlemeyi kabullenişi, vs... Bence eğer içinde bulunduğu yüzyılın düşünce alışkanlıklarının etkisi altında olmasaydı, o da bu tür bir bağlantılandırmayı yapardı. Denklemlerini doğrulayacak (eklediği) sabiti buna bağlardı. Şu an ki kabul gören açıklamada, kütlenin varlığından dolayı uzayın büküldüğü düşünülüyor. Yani denize atılan taşın yakın çevresindeki suyun aldığı şekil gibi. Ama bu kütleçekim alanını açıklamaya yetmiyor. Durgun bir su olsa, taşın büktüğü ile kalır ortam. Oysa kütleçekim alanı, kaynağı olan objeye oranla uzay-zamanda çok geniş bir alan işgal ediyor. Bükülme nesneden çok uzaktan başlıyor. Demek ki aktif bir ortam var. Hadi diyelim kütle salt varlığıyla büküyor. Bükülen nesnede, bükülen kısım ile bükülmeyen kısım arasında gerilim farkları olmalı. Bunları da gravitonlarla açıklamaya çalışıyoruz gibi geliyoruz. İşte bu aktif ortamın nedenini evrenin genişlemesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Şöyle düşünün, evrenin genişlemesinin içindekiler üzerinde ne etkisi olabilir? Olmalı mı? Bu sorulara bulduğum cevap; kütlenin boş uzayda sürekli serbest düşme halinde olmasını, uzay zamanı bükmesini genişleme yönündeki hareketten kaynaklanan momentuma bağlıyorum... ( Sizin de farkında olduğunuz gibi derinlemesine fizik ve astronomi bilgim yok. Bu nedenle çürütülebilinecek bir bakış açısı olarak ele alınabilir. )

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 8 yıl önce 0
0

Uzayın genişlemesine biraz fazla özellik yüklüyorsunuz sanırım. Uzay genişlerken geri kalan her şeyin de bu genişlemeye katılması gerektiğini düşünüyorsanız, o zaman diğer güçleri ve alanları göz ardı edersiniz ki, bence bu iyi bir yöntem olmaz. Uzay genişlerken buna katılan, galaksi boyutundaki büyük ve bağımsız yapılardır bence. Ama bir galaksi içinde egemen olan en başta kütleçekim gücü gibi alanlar bu genişlemeye katılmazlar. Onlar kendi güç alanlarını korurlar. Yani uzay bir galaksinin içinde genişlemez. Yani kütleçekim gücünün uzaklığın karesiyle zayıfladığı yerlerde genişleme görülür sanırım. Aslında haklısınız. Uzaya, istendiği zaman sanki çok sağlam ve elastiki bir şeymiş gibi özellikler veriliyor ama istendiği zaman hiç bir şeye direkt etkide bulunmayan, kendisine ait en küçük bir kuvvet bile atfedilmeyen bir yapı muamelesi yapılıyor. Ama bu çok da garip değil. Çünkü önemli olan hesaplamalara ve denklemlere uyum göstermesi ve doğru sonuçlar vermesi. Yoksa hiç bir fizikçi uzayın nasıl bir şey olduğunu tarif edemiyor. Yani matematik ne diyorsa önemli olan o oluyor. Genişlemenin bir momentum vermesi aslında düşünülebilir bir şey. O zaman evrenin bir bütün olarak belirli bir yöne doğru dönmesi gerekir. O zaman da uzay zaman tüm evren genelinde helezonik bir girdap durumu gösterir. Yani daha önce söylediğim gibi genişlemenin vereceği momentum galaksi sistemlerinin içindeki yapılara kişisel olarak etki etmez bence. Sizi çürütmek için değil, mantık yürütmeye çalıştığım için bu sonuçlara varıyorum.

Necmi Tüfek 8 yıl önce 0
0

Tekrar merhaba... Basit bir java simulasyon programında kapalı ve dairesel bir ortamda merkezi noktadan bırakılan düzenli titreşimlerin, titreşim kaynağı kalktıktan sonra bile hareketlerine devam ettiklerini ve bir süre sonra bu sistematik-düzenli kaynaşmanın, sinuzoidal diyebileceğim bir hareketle rotasyona geçtiğini tecrübe ettim. Tam tersi yani sınırlardan kaynaklanan dalgalarda da benzer bir sonuç aldım. Tabii bu bir ücretsiz üniversite program-yazılımı güvenirliğini bilemiyorum... Ama 2 yıldır çeşitli varyasyonlarda dalgaları izlemem de ve anlamam da faydalı oluyor. (Ripple Tank Apllet V1.7) Helezonik bir girdap, eğer evrenin genişlemesi ve varsa rotasyonu, silindirik hatta küresel bir evren içinde ise mümkün gibi gözüküyor. Ancak bana göre torus ya da torusvari bir yapı. Bu belirli bir yön sorununu da çözüyor. Aynı anda her yere mümkün gözüküyor. Belirleyici şey, dönme eksenini. Çünkü en fazla kuvvet birikimi, gerilimi bu düzlemde. Genişlemenin, kütle oluşumu üzerinde aktif rolü olduğunu düşünüyorum. Galaksiler uzaklaşmasını ve kütlenin toplanmasını ise, uzay-zamanın akışkan niteliğinin sonuçları olarak ele almaya çalışıyorum. Diğer kuvvetler ve alanları küçümsemiyorum (sanırım), onlarda genişlemenin farklı sonuçlarından gibi duruyorlar. Yoksa dediğiniz gibi ele aldığımızda, haklısınız. (Bazen koskoca evrende sadece bir kuşağın içindeki hız ve dengeden dolayı maddeleşme olduğunu, onun öncesinde ve sonrasında tamamen farklı bir yapı olabileceğini bile düşünüyorum. Ama bana bile çok fantastik) Bir bakıma, Newton fiziği ile yetişmiş bir zihinle, kuantumu ve göreliliği anlamaya çalışan durumunda olabiliriz.

Burtay Mutlu (shibumi-tr) 8 yıl önce 0